Şekil renkleri

Metin renkleri


Bizi Sosyal Medyada Takip Edin

Hicretin 5. Yılı Dumetul Cendel ve Beni Mustalik Gazası

7 yıl önce
1.184 izlenme
Favorilerime Ekle
Favorilerimden Çıkar
Lütfen bekleyiniz...
Geniş Ekran Dar Ekran
Reklam 5 saniye sonra kapanacak.
Reklam
Reklamı Geç

Hicretin 5. Yılı
Dumetul Cendel ve Beni Mustalik Gazası

DUMETÛ’L CENDEL GAZASI
(Hicret ‘in 5. senesi Rebiülevvel ayı / Milâdî 626)
Birkaç Arap kabilesi, Medine’ye 15 gece uzaklıkta bulunan Şam beldelerinden
biri olan Dûmetû’ICendel’de toplanarak, gelen giden yolcuları
rahatsız ediyor, onlara zulmediyorlardı. Ayrıca, İslâm Devletinin
başşehri Medine üzerine yürümeye de hazırlanıyorlardı.
Peygamberimiz, bu durumu haber aldı. Vakit geçirmeden bin kişilik
ordusuyla yola çıktı. Efendimiz, bu tarz gazalarda dâima düşmanı yerinde
ve ânında bastırmak tarzını tercih ederdi. Ordusuyla adı geçen
mevkie vardığında ortalıkta kimseler görünmüyordu. Düşman, İslâm
Ordusunun üzerlerine gelmekte olduğunu duymuş ve kaçmıştı! Yalnız
bir kişiye rastladılar; o da davet üzerine Müslüman oldu.
Resûli Ekrem Efendimiz, birkaç geceyi burada düşmanı beklemekle
geçirdikten sonra Medine’ye geri döndü.

BENÎ MÜSTALIK GAZASI
(Hicret ‘in 5. senesi Şaban ayı)
Huzaa Kabilesinden Benî Müstalık Oymağının reisi Haris b. Ebî Dırar,
kabilesiyle birlikte etrafta sözünü geçirdiği birkaç Arap kabilesini daha
bir araya toplayarak Medine’ye, Müslümanların üzerine yürümeye hazırlanıyordu.
Böyle bir hazırlığın olduğu haberi Medine’ye ulaştı. Peygamber
Efendimiz, önce haberin doğruluk derecesini öğrenmek istiyordu. Bu
maksatla, ashabtan Büreyde b. Huseybe’lEslemî’yi vazifelendirdi. Hz.
Büreyde, Benî Müstalık yurduna gidecek, durumu öğrenecekti.
Hz. Büreyde, Medine’den ayrılmadan önce, Peygamberimize, onları
şüphelendirmemek ve kendini muhafaza etmek gayesiyle hakikate
muhalif beyanda bulunup bulunamayacağını sordu. Resûli Ekrem,
gerektiğinde böyle hareket edebileceği müsaadesini verdi.
Hz. Büreyde, Müstalık Oğulları yurduna vardı. Onlardan biriymiş gibi
davrandı ve, “Ben, sizdenim. Şu adam (Peygamberimizi kastederek) için
derlenip toplandığınızı işittim. Ben de kavmimden bana itaat edenlerle
size katılmak istiyorum. Onların (Müslümanların) kökünü kazıyıncaya kadar iş birliği yapalım!” diye konuştu. Benî Müstalıkların reisi Haris b. Ebî Dırar, “Biz de bu iş için hazırlanıyoruz. Bize katılmakta acele et!” dedi.Hz. Büreyde, “Şimdi
hayvanıma atlar ve kavmimden büyük bir toplulukla yanınıza gelirim.”
diyerek oradan ayrıldı. Hz. Büreyde, derhâl Medine’ye gelip durumu Resûli Kibriya Efendimize bildirdi.

İslâm Ordusunun Hareketi
Şaban ayının ikinci Pazartesi günü idi.
Resûli Ekrem Efendimiz, 700 kişiyle, yerine Hz. Zeyd b. Harise’yi vekil
tâyin ederek Medine’den hareket etti. İslâm Ordusunda 30 kadar at
vardı. Ayrıca Ezvacı Tâhirat’tan Hz. Âişe ile Hz. Ümmü Seleme Validemiz
de Orduyu Saadet’le birlikte idiler. Garibtir ki münafıklar, hiçbir gazaya bu gaza kadar ilgi göstermemişlerdi. Birçoğu İslâm Ordusuna katılmıştı.Maksatları, ganimetten
istifade etmek ve fırsat kollayarak Müslümanlar arasına fitne fesad düşürmekti.

Müstahk Oğullarının Akıbeti
İslâm Ordusu, Müreysi Suyu başına doğru ilerlerken, düşman casuslarından
birini ele geçirdi. Yapılan davet üzerine Müslüman olmayınca, katledildi.
Bunu duyan Müstalık Oğulları, fazlasıyla korktular; hattâ, etraftan topladıkları
birçok kimse, kendilerini terk ederek dagıldı. Resûli Ekrem Efendimiz, ordusuyla Müreysi Kuyusu başına kadar geldi. Hemen orada kendileri için deriden bir çadır kuruldu. Sonra
ordusunu harb nizamına koydu. Muhacirlerin sancağını Hz. Ebû Bekir’e,
Ensâr’ınkini ise Sa’d b. Ubade’ye verdi. Hz. Ömer’e, ‘”Lâ ilahe illallah!’
deyiniz de canlarınızı, mallarınızı koruyunuz.” diye seslenmesini emretti.
Müstalık Oğulları teklifi kabul etmediler; üstelik, mücâhidlere ok atarak,
çarpışmayı bizzat başlatmış oldular.
Bunun üzerine, mücâhidler de onlara ok atmaya başladılar. Sonra Peygamber
Efendimiz, ordusuna birden hücuma kalkma emri verdi. Hücum
neticesinde Benî Müstalıklardan 10 kişi öldürüldü, geri kalanları ise esir alındı.
İslâm Ordusundan ise, sâdece bir mücâhid yanlışlıkla düşmandan biri
sanılarak bir Müslüman tarafından şehid edildi.
Benî Müstalıklardan esir alınanlar 200 kadardı. Birçok deve, sığır ve
davar da ganîmet alındı. Ganimet malları bir araya toplandı, usûlüne
göre taksim edildi. Esirler ise mücâhidler arasında bölüştürüldü.
Müreysi Kuyusu mevkiinde çarpışma vuku bulduğu için bu gaza,
Müreysi Gazası adıyla da zikredilir.

MÜNAFIKLARIN BİR TERTİBİ
Müreysi Zaferi kazanıldıktan sonra, Peygamber Efendimiz,
mücâhidlerle burada birkaç gün istirahat edip beklemeyi uygun bulmuşlardı.
Önceden de bahsettiğimiz gibi, bu gazaya, çok sayıda münafık
katılmıştı.288 Hattâ, bazı kaynaklara göre, o zamana kadar münafıkların,
hiçbir gazaya bu derece ilgi gösterdikleri görülmemişti. Bu ilgileri ve
fazla iştirakleri elbette sebepsiz değildi: Bir taraftan ganimete konmak,
diğer taraftan gün geçtikçe saflarını sıklaştıran, çoğalan ve kuvvet
kazanan Müslümanları, en küçük fırsatları dahi değerlendirerek
birbirine düşürmek, aralarına fitne fesad tohumu saçmak…
İşte, bu bekleme esnasında, Hazreç Kabilesinden Benî Amr b. Avf in
müttefiki olan Sinan b. Veber elCühenî ile Hz. Ömer’in Benî Gifar’dan
ücretle tuttuğu seyisi Cahcah arasında, kuyu başında kovalarının
birbirine karışması yüzünden bir kavga çıktı. Cahcah, yumruk ve tokatlarla
Sinan’ın yüzünü gözünü kanlar içinde bıraktı. Sinan ise feryadı
basıp, “Yetişin ey Ensâr, neredesiniz?” diye bağırdı.
Öte taraftan Cahcah da, “Yetişin Muhacirler, neredesiniz?” diye seslendi.
Feryadları duyan Ensâr ile Muhacirler derhâl toplandılar. Kılıçlarını
sıyırdılar. Az kalsın büyük bir fitne kopacak, Müslümanlar birbirine gireceklerdi.
Muhacirlerle Ensâr’ın bazı ileri gelenleri, araya girip, yatıştırıcı konuşmalar yaptılar.
O sırada Resûli Ekrem Efendimiz, topluluğun bulunduğu yere geldi
ve, “Câhiliyye insanlarının dâvası mı güdülüyor? Nedir bu çığlıklar, bu
feryadlar?.. Derdiniz nedir?” diye sordu.
Ashab, bir Muhacirin Ensâr’dan bir Müslümanı tokatladığını söyleyince,
“Bırakınız şu Câhiliyye âdet ve dâvasını… Çünkü o, bir murdarlık,
bir kötülüktür. Câhiliyye dâvasını güden, kendini Cehennem’e atmış olur” buyurdu.
Bunun üzerine Sinan, Cahcah üzerindeki hak ve dâvasından vazgeçti.

Abdullah b. Übey ‘in İşi Alevlendirmesi
Bu esnada münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selül’ün ortaya
atıldığı görüldü. Zîra, bu hâdise, onun için ele geçmez bir fırsattı. Bunu
bahane ederek Müslümanların arasını bozabilirdi. Nitekim, “Ey Ensâr!..
Bu Muhacirler, sayenizde kuvvet ve şöhrete nail olmuşlarken, şimdi bize
böylesine hakaretle muamele ediyorlar.” diye bağırdı.
Sonra Şeytanî bir tavırla kavmine dönerek, “Bunları şehrinize getirip
yer verdiniz, mal ve erzakınıza ortak yaptınız. Uğradığınız bu
hakaretlere tek sebep, yine sizsiniz. Vallahi, bir Medine’ye dönecek olursak
en izzetli ve kuvvetli olan (güya kendisi ve etbaı) en zelil ve en zaîf
olanı (hâşâ Peygamberimiz ve Muhacirler) oradan sürüp çıkaracaktır.”
291 diye konuştu. Arkasından da bir sürü herzeler savurdu.
Orada bulunan genç sahabî Hz. Zeyd b. Erkam, Abdullah b. Übey’in
bu sözlerine karşı çıktı ve, “Vallahi, kavminin içinde zelil ve menfur olan,
ancak sensin! Muhammed (s.a.v.) ise, Allah tarafından azîz kılınmıştırs” dedi.
Başmünâfık, bu sözler karşısında derhâl vaziyet değiştirdi ve, “Ey kardeşimin oğlu!.. Sus! Vallahi, ben şaka yapmıştım!” diyerek münafıklığını ortaya koydu.
Hz. Zeyd b. Erkam susmadı. Abdullah b. Übey’den işittiklerini olduğu
gibi gelip Peygamber Efendimize haber verdi. Efendimizin rengi birden
değişti. Yanında Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman, Sa’d b. Ebî Vakkas,
Muhammed b. Mesleme gibi Muhacir ve Ensâr’dan zâtlar bulunuyordu.
Her şeye rağmen meseleyi tahkik etmeyi uygun buldu. Hz. Zeyd’e,
“Sakın, İbni Übey’e karşı bir kin ve düşmanlığından dolayı bunu
söylemiş olmayasın?” diye sordu.
Zeyd (r.a.), “Hayır!.. Vallahi, bunları ondan işittim!” dedi.
Resûli Ekrem, tekrar, “Yanlış duymuş olamaz mısın?” diye sordu.
Hz. Zeyd, aynı şekilde bu sözleri münafıkların reisinden kelimesi kelimesine
işittiğine dair ikinci defa Allah adına yemin etti.
Abdullah b. Übey’in bu sözleri sarfettiği haliyle orduda duyuldu.
Ensâr’dan bazıları, “Kendi kavminin efendisi hakkında haksız yere
isnadda bulundun.” diyerek Hz. Zeyd b. Erkam’ı kınadılar.
Zeyd, onlara cevaben, “Vallahi, ben bu sözleri ondan işittim! Ve, eğer
bu sözleri babamdan dahi işitmiş olsaydım, yine Resûlullah’a gidip
söylemekten asla geri durmazdım. Allah Teâlâ’nın, Peygamberine bu
hususta vahiy indirip, kimin yalancı olduğunu bildireceğini ve
Resûlullah’ın sözlerimi doğrulayacağını umarım.” dedi.
Sonra da, “Allah’ım!.. Resulüne, sözlerimi doğrulayacak vahyini indir!” diye dua etti.
O sırada Hz. Ömer, “Yâ Resûlallah!.. Müsaade buyur da şu münafığın boynunu vurayım! Eğer onu Muhacirlerden birinin öldürmesini uygun görmüyorsanız, Sa’d b. Muaz veya Muhammed b. Mesleme’ye emredin, onu öldürsünler!” dedi.
Resûli Ekrem bu tekliften memnun kalmadığı gibi, cevabı da
düşündürücü oldu: “Eğer ben onun öldürülmesine müsaade edersem,
Medine eşrafından birçoğunun gönlüne korku ve endişe düşer. Ayrıca
işin iç yüzünü bilmeyen halk, ‘Muhammed ashabını öldürüyor.’ diye
konuşmaya başladıkları zaman durum ne olur?”
Resûli Ekrem Efendimiz, günün en sıcak saati olmasına rağmen,
mücâhidlere derhâl Medine’ye doğru yola çıkmalarını emretti. Hâlbuki,
o güne kadar, böyle günün en sıcak saatinde yola çıktığı vâkî değildi.296
Abdullah b. Übey ‘in, Söylediklerini İnkâr Etmesi Resûli Ekrem Efendimiz, Abdullah b. Übey’i yanına çağırdı: “Bana ulaşmış olan sözleri sen mi söyledin?” diye sordu.
Başmünâfık, söylediklerini inkâr etti: “Hayır! Sana Kitab’ı indirilmiş olan Allah’a yemin ederim ki, ben o sözlerin hiçbirini söylemedim. Zeyd, muhakkak yalancıdır!” dedi.
Peygamberimizden, Sıcakta Yola Çıkmanın Sebebini Sormaları
Peygamber Efendimizin, günün sıcak saatinde ordusunu harekete
geçirmesi, Müslümanlar arasında hayretle karşılandı.
Ensâr’ın ileri gelenlerinden Üseyyid b. Hudayr, “Yâ Resûlallah!.. Bu
saatte yola çıkmak uygun değildir. Sen, böyle zamanda yola hiç çıkmazdın” dedi.
Resûli Ekrem, “Adamınızın söylediğini duymadın mı?” buyurdu.
Üseyyid b. Hudayr, “Hangi adam, yâ Resûlallah?..” diye sordu.
Peygamber Efendimiz, “Abdullah b. Übeyy… ” dedi. Üseyyid b.
Hudayr, “Ne söylemiş?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz, ‘”Medine’ye dönünce, en azîz ve kuvvetli olan,
en zelil ve zaîf olanı oradan muhakkak sürüp çıkaracaktır.’ demiş.” dedi.
Üseyyid b. Hudayr, “Yâ Resûlallah!.. İstersen, sen, onu Medine’den
sürüp çıkarırsın! Vallahi, zelil ve zaîf olan odur; azîz ve kuvvetli olan da
sensin! Yâ Resûlallah, sen, yine de ona rıfk ve şefkat ile muamele buyur!
Vallahi, Allah, seni bize getirdiği zaman, kavmi ona hükümdarlık tacı
hazırlıyordu. O, elinden saltanatı senin çekip aldığını sanmaktadır!” diye konuştu.
Peygamber Efendimiz, mücâhidlerin Abdullah b. Übey’in söylediği
sözlerle meşgul olmasını istemiyordu. Bunun için hareket emri verdiği
günden ertesi günün sabahına kadar yola devam ettiler. Mücâhidler son
derece yorulmuşlardı. Güneşin sıcaklığı etrafı basınca konakladılar. Yorgunluk
ve uykusuzluktan mecalleri kalmamıştı. Derhâl uykuya daldılar.
Böylece Resûlullah Efendimiz, dedikodunun ordu arasında büyümesine
fırsat vermemiş oluyordu.

Şiddetli Fırtınanın İfade Ettiği Mânâ
Resûli Ekrem Efendimiz, ordusuyla Bek’a mevkiinden hareket edeceği
sırada şiddetli bir fırtına esti. Mücâhidler korkup ürktüler. Gatafanların
reisi Uyeyne b. Hısn’ın Medine’ye baskın yapmış olmasından endişe
duydular. Zîra, onunla yapılan anlaşma müddeti son bulmuştu.
Resûli Kibriya Efendimiz, “Size Uyeyne b. Hısn’tan bir zarar gelmez.”
dedi; sonra da, “Korkmayınız! Bu fırtına, büyük bir kâfirin ölümü dolayısıyla esmektedir!” buyurdu. Gerçek, Resûli Ekrem Efendimizin haber verdiği gibiydi. Medine’ye
vardıklarında, münafıklara arka çıkan Yahudî büyüklerinden Rifaa b.
Zeyd b. Tabut’un aynı gün ölmüş olduğunu öğrendiler. Bu adam,
Peygamberimizin ve İslâm’ın azılı düşmanlarından biriydi.
Hz. Abdullah’ın Teklifi
Kaderin cilvesi bu… Abdullah b. Übey nifakın reisliğini yaparken,
oğlu Abdullah ise İslâm’ı fevkalâde bir ciddiyet ve ittika içinde yaşayan
hâlis bir Müslümandı. Babasının sözlerini duyunca, Resûli Ekrem’in huzuruna çıktı.
“Yâ Resûlallah!.. Babamla aranızda geçen hâdiseyi işittim. Onu
öldürmek istediğinizi haber aldım. Eğer bu işi muhakkak yapacaksanız,
bana emir buyurunuz, şu anda gidip başını Huzuru Şerife getireyim!
Bütün Hazreçliler bilirler ki, babama pek ziyade muhabbetim vardır.
Onun öldürülmesini başkasına havale ederseniz, ihtimal ki, o adama
karşı nefsimde bir düşmanlık meydana gelir ve bir kâfire karşı bir
mü’mini öldürerek Cehennem’e müstahak olurum!” diye konuştu.
Sahabîdeki îman, işte böylesine kuvvetliydi: Resûlullah ve Müslümanlara
hakaret eden babasının başını kesecek kadar!..
Resûli Ekrem, verdiği cevapla, bu kahraman sahabîyi tesellî etti: “Ey
Abdullah!.. Babam öldürmeyi istemedim; hiç kimseyi de onu öldürmekle
vazifelendirmedim. Aramızda yaşadıkça ona iyi davranırız!”
Hz. Abdullah ‘in, Babasının Önünü Kesmesi
İslâm Ordusu, Medine’ye yaklaşmıştı.
Akik denilen vadide Hz. Abdullah atından indi. Babası Abdullah b.
Übey’in önünü kesti. Devesini ıhdırıp çöktürdü ve, “İzzet ve kuvvetin
Allah’a ve Resulüne âit olduğunu söylemedikçe, seni asla bırakmayacağım!” dedi.
Başmünâfık birden şaşkına döndü. Bu sözleri hiddetli hiddetli söyleyen,
oğlu Abdullah idi. Bunun nasıl yapabilirdi? îman etmiş görünen
münafık, elbette gerçek bir îmanın insana neler yaptırabileceğini
bilemezdi! Oğluna, “Demek, sen, bu kadar insanlar arasında beni
Medine’ye sokmayacaksın, öyle mi?” dedi.Hz. Abdullah, “Evet.” dedi,
“bugün insanlar arasında, en azîz kimdir, en zelil kimdir, sana öğretmeden
seni asla bırakmayacağım! Hattâ, izzet ve şerefin Allah’a ve Resulüne
âit olduğunu burada itiraf ve ikrar etmezsen, boynunu vururum!” Başmünâfık, Hz. Abdullah’ın sözlerinde kararlı olduğunu anlayınca, mecburen, “Ben şehâdet ederim ki, izzet ve kuvvet, Allah’a, Resulüne ve mü’minlere aittir.” dedi.
Hâdiseyi duyan Resûli Ekrem Efendimiz, Hz. Abdullah’a, “Allah, seni
Resulünden ve mü’minlerden dolayı hayırla mükâfatlandırsın.” diyerek
dua etti ve babasını serbest bırakmasını da kendisine emretti.

Medine ‘ye Geliş
Resûli Ekrem Efendimiz, 28 gün sonra Ramazan hilâli doğduğu zaman
ordusuyla Medine’ye geri döndü.

MÜNAFIKLAR HAKKINDA MÜSTAKİL SÛRE İNMESİ
Bütün bu olup bitenlerden sonra, başmünâfık Abdullah b. Übey b.
Selül ile diğer münafıklar hakkında müstakil bir sûre nazil oldu. Sûrede
meâlen münafıkların vasıflarından şöyle bahsediliyordu:
“Münafıklar sana geldikleri zaman, ‘şehâdet ederiz ki sen muhakkak
ve mutlak Allah’ın Peygamberisin.’ dediler. Allah da bilir ki, sen elbette
ve elbette O’nun Peygamberisin. Fakat, Allah, o münafıkların hiç şüphesiz
yalancılar olduğunu da biliyor.
“Onlar, yeminlerini bir kalkan edindiler ve Allah’ın yolundan
saptırdılar. Hakikat, onların yaptıkları şeyler ne kötüdür!
“Bu (kötü amelleri şundandır): Çünkü onlar, (zahiren) îman ettiler;
fakat, sonra kalbleriyle kâfir oldular. Bu yüzden kalblerinin üstüne
(küfür) mühr(ü) basıldı. Onun için onlar (îman hakikatini) anlamazlar.
“Onları gördüğün zaman, gövdeleri (kalıpları kıyafetleri belki) hoşuna
gider. Eğer söylerlerse sözlerini dinlersin. Hâlbuki onlar, giydirilmiş
(kocaman) odunlar gibidir. Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar.
Asıl düşman, onlardır. O hâlde onlardan sakın. Allah gebertsin onları!..
Nasıl olup da (haktan) döndürülüyorlar?”
Sûrenin daha sonraki âyetlerinde ise, Abdullah b. Übeyy’in sarfettiği
sözlerden bahsediliyor ve meâlen şöyle deniliyordu:
“Onlar öyle kimselerdir ki, ‘Allah’ın peygamberi yanında bulunan
kimseleri beslemeyin. Tâ ki, dağılıp gitsinler diyorlardı. Hâlbuki, göklerin
ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat, o münafıklar ince anlamazlar.
“Onlar, ‘Eğer Medine’ye dönersek, andolsun, en şerefli ve kuvvetli
olan(ımız) oradan en hakir (ve zaîf) olanı muhakkak çıkaracaktır.’
diyorlardı. Hâlbuki, şeref, kuvvet ve galibiyet Allah’ındır, Peygamberinindir,
mü’minlerindir. Fakat, münafıklar bunu bilmezler.”

Allah, Zeyd’i Tasdik Etti
Bu âyetler nazil olup, münafıkların, yalancıların tâ kendileri oldukları
haber verilince, Resûli Ekrem Efendimiz, Hz. Zeyd b. Erkam’ı huzuruna
çağırdı. Kulağından tuttu ve, “İşte, Allah yolunda kulağıyla vazifesini
yerine getirmiş olan genç budur!” buyurdu; sonra da, “Ey Zeyd!.. Allah,
seni tasdik etti!” dedi.
Efendimizin Hz. Zeyneb ve Hz. Cuveyriye ile Evlenmesi
PEYGAMBERİMİZİN, HZ. ZEYNEB BİNT-İ CAHŞ’LA EVLENMESİ
(Hicret ‘in 5. senesi Zilkade ayı)
Hz. Zeyneb bint-i Cahş, Resûl-i Ekrem Efendimizin halası Ümeyme
bint-i Abdûlmuttâlib’in kızı idi. Daha önce Peygamber Efendimizin
evlâdlık edindiği Hz. Zeyd b. Harise’yle evlenmişti. Bu evliliğin
dünürlüğünü de bizzat Resûl-i Ekrem Efendimiz yapmıştı.
Hz. Zeyneb ve ailesi böyle bir evliliği istemedikleri hâlde, sırf Peygamber
Efendimizin ısrarı üzerine rıza göstermişlerdi.
Hz. Zeyd ‘in, Hz. Zeyneb’den Boşaması
Hz. Zeyd, izzetli zevcesi Hz. Zeyneb’i kendisine manen küfüv [denk]
bulmuyordu. Bu durum, manevî imtizaçsızlığa sebep oluyordu.
Nitekim, evliliklerinin birinci yılı henüz bitmişken, Hz. Zeyd, Peygamber
Efendimize gelerek, “Yâ Resûl-allah!.. Ben, ailemden ayrılmak istiyorum.” dedi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, cevaben, “Zevceni tut, boşama! Allah’tan kork!” buyurdu.
Fakat Hz. Zeyd, Hz. Zeyneb’in başka yüksek bir ahlâkta yaratılmış
olduğunu ve bir peygambere hanım olacak fıtratta bulunduğunu ferasetiyle
hissetmişti. Kendisini de ona zevç olarak fıtratta manen küfüv bulmadığ için boşadı.
Peygamberimizin, Allah ‘in Emriyle Hz. Zeyneb ‘i Alması
Peygamber Efendimiz, “manevî geçimsizlik” sebebiyle Hz. Zeyd ile
Hz. Zeyneb arasındaki evliliğin dolayı son bulmasından son derece
üzüldü. Çünkü, bu evliliği kendisi arzu etmişti. Durumun düzeltilmesi,
mahzun Zeyneb (r.a.) ile hâdiseden dolayı üzülen akrabalarının gönlünün
alınması gerekiyordu. Hz. Zeyneb’in iddeti [boşandıktan sonra beklemesi gereken müddet] dolmuştu. Bu sırada 35 yaşında bulunuyordu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir gün, Hz. Âişe Validemizle o-turmuş, sohbet
ediyordu. Bu esnada kendisine vahiy geldi. İnen âyetlerde Cenâb-ı
Hakk şöyle buyurdu: “Vakta ki Zeyd, o kadından alâkasını kesti, onu boşadı— kadın da iddetini tamamladı—; Biz de, onu sana zevce yaptık. Tâ ki, evlâdlikların, kendilerinden alâkalarını kestikleri zevcelerini almakta mü’minler üzerine günah olmasın.
“Allah’ın emri yerine getirilmiştir.
“Allah’ın, üzerine farz ve takdir ettiği herhangi bir şeyi îfa etmesinde
Peygamber’e hiçbir vebal olmaz.
“Nitekim, daha önceki peygamberlerde de, bu, Allah’ın (tatbik ettiği)
âdetidir. Allah’ın emri, behemehal yerini bulan bir kaderdir.”
Vahiy hâli sona erince, Peygamber Efendimiz gülümsedi ve, “Allah’ın,
onu bana gökte nikahladığını, Zeyneb’e kim gidip müjdeler?”
buyurdu.Âyet-i kerîmelerden açıkça anlaşılacağı gibi, Cenâb-ı Hakk,
Zeyneb’i zevceliğe alması için Peygamberimize emir vermiştir. Resûl-i
Ekrem Efendimiz de, bu emre uyarak, Hz. Zeyneb’i zevceliğe almıştır.
Âyet-i kerîmedeki “Biz onu sana zevce yaptık.” beyanı, bu nikâhın bir
akd-i semavî olduğuna açıkça delâlet ediyor. Demek ki, bu nikâh,
harikulade, örf ve zahirî muamelelerin üstünde ve sırf kaderin hükmüyledir
ki, Resûl-i Kibriya Efendimiz de, kaderin o hükmüne boyun
eğmiştir. Nefsî arzularla hiçbir ilgisi yoktur.

BU EVLİLİĞİN MÜHİM BİR HİKMETİ
Cenâb-ı Hakk’ın emriyle Peygamber Efendimizle Hz. Zeyneb arasında
kurulan bu evliliğin ehemmiyetli bir şer’î hükmü olduğu gibi, bütün
mü’minleri ilgilendiren bir hikmeti ve fayda tarafı da vardı. Bu konuyla
ilgili gelen vahyin, “Tâ ki, evlâdlıkların, kendilerinden alâkalarını kestikleri
zevcelerini almakta mü’minler üzerine günah olmasın” mealindeki
kısmında beyan buyurulmuştur. Çünkü, Câhiliyye devrinde, bir kimse
birisini evlâd edindiği zaman, halk, evlâdhğı, onun adıyla anar ve
evlâdlık, öz evlâd gibi o kimsenin mirasından faydalanırdı. Haliyle, bu
inanca göre, evlâdlığın boşadığı kadını, onu evlâd edinen kimse alamazdı, bu haramdı.
İşte, Peygamber Efendimizin, Allah Teâlâ’nın emrine uyarak, Hz.
Zeyneb’i zevceliğe almasıyla, Câhiliyye devrinin bu inanç ve âdetinin
bâtıl olduğu ortaya kondu. Böyle bir durumda mü’minler için de vebal
ve günahın söz konusu olamayacağı belirtildi. Câhiliyye devrinin bu evlâd edinme âdeti, Kur’ân-ı Kerîm’in şu mealdeki âyet-i kerîmeleriyle ortadan kaldırılmıştır:
“Allah, evlâdlıklarınızı öz oğullarınız gibi tanımadı. Bu, mücerred, sizin ağzınızdan çıkan bir sözdür. Hâlbuki, Allah hak söyler ve kullarını doğru yola şevkle hidâyete kılar.
“Evlâd edindiğiniz kimseleri babalarına nisbet edin. Zîra, Allah katında insanları babalarına nisbet etmek sevab ve adalettir. Eğer, onların babalarının kim

Münafıkların Dedikoduları
Peygamber Efendimiz, Hz. Zeyneb’le evlenince, her meselede fırsat
kollayıp Müslümanlar arasında fitne ve fesad çıkarmaya can atan münafıklar,
bu meselede de ileri geri konuşmaya başladılar. Câhiliyye devri
inancına göre, evlâdlığın boşadığı karısını almayı haram sayıp, bunu
Resûl-i Ekrem Efendimiz aleyhinde dedikodu vesilesi yapıp,
“Muhammed, evlâdın karısıyla evlenmeyi haram kıldı, kendisi ise oğlu
Zeyd’in boşadı-ğı karısıyla evlendi.” yaygaraya başladılar. Gelen
vahiy bu hususa da cevap veriyordu: “Muhammed, erkeklerinizden
hiçbirinin öz babası değildir (Tabiî ki, Zeyd’in de öz babası değildir).
Fakat o, Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her
şeyi hakkıyla bilendir.”Peygamberlerin, ümmetlerine bir baba gibi nazar ve hitabları risâlet vazifesi itibarıyladır, beşerî şahsiyetleri itibarıyla değildir. Bu bakımdan,
elbette onlardan zevce almanın uygun olmayacağından bahsedilemez. Kur’ân-ı Kerîm, zihinlerde bu hususta uyanacak herhangi bir istifhamı bertaraf etmek maksadıyla, mealini aldığımız son âyet-i kerîmeyle manen şöyle demektetir:
“Peygamber rahmet-i İlâhîye hesabıyla size şefkat eder, pe-derâne
muamele eder ve risâlet nâmına siz onun evlâdı gibisiniz. Fakat şahsîyeti
insaniye itibarıyla pederiniz değildir ki sizden zevce alması münasip
düşmesin! Ve sizlere ‘Oğlum.’ dese, ahkâm-ı şeriat itibarıyla siz onun
evlâdı olamazsınız!” Böyle birçok cihetten hikmetleri bulunan ve hayırlara vesile olan bu
pâk ve nezih evliliğe toz kondurmak ve bununla da olduğunu bilmiyorsanız,
o hâlde onlar dinde sizin kardeşleriniz olmakla beraber, dostlarınızdır da… Hata etliklerinizde ise, size bir vebal yoktur. Allah Teâlâ, kullarının geçmiş günahlarını mağrifet ve gelecekte merhamet eder.” (Ahzab, 4-5). hâşâ— Resûl-i Kibriya Efendimizin yüce şahsiyetine gölge düşürmek niyetiyle çırpınıp duranların, hüsn-i niyetten ne kadar
uzak ve maksatlı hareket ettikleri, elbette ki bu izahlarımız neticesinde,
basiret ve feraset sahibi mü’minlerin gözünden kaçmaz.

Düğün Ziyafeti ve Bir Mucize
Evliliklerinde ashabına düğün ziyafeti tertiplemek, Resûl-i Ekrem
Efendimizin bir âdeti idi. Bu âdet, Müslümanlar arasında da günümüze
kadar sünnet olarak devam edip gelmiştir.
Fahr-i Kâinat Efendimiz, Hz. Zeyneb’le evlendiği gün, Enes b. Mâlik’in
annesi Ümmü Süleym, kendilerine yağda kavrulmuş biraz Medine hurması
gönderdi. Gönderilen hurma küçük bir kap içinde ancak Peygamber
Efendimiz ve Hz. Zeyneb’e kâfi gelebilecek kadardı.
Hâdiseyi, bu bir avuç hurmayı getiren “Hadim-i Nebevi” unvanıyla
şöhret bulan Hz. Enes b. Mâlik şöyle anlatır:
“Nebî (s.a.v.), götürdüğümü kabul etti ve, ‘Bana, Ebû Bekir, Ömer, Osman
ve Ali’yi (r.a.) çağır.’ diye emretti; bu arada daha birçok kimsenin ismini
zikretti. Resûlullah’ın azıcık bir yiyecek için birçok kimseyi
çağırmayı bana emretmesine şaştım. Ama emrine aykırı hareket edemezdim.
Onların hepsini çağırdım. “Bu sefer bana, ‘Bak, mescidde kim varsa, onları da çağır.’ dedi. Öyle yaptım. Mescide gidip, orada namaz kılan kimi buldumsa onlara,
‘Resûlullah’ın düğün ziyafetine buyurunuz!’ dedim. Geldiler.
“Nihayet sofa doldu. “Bana, ‘Mescidde kimse kalmadı mı?’ diye sordu.
“‘Hayır.’ dedim. “Bu sefer, ‘Bak, yolda kim varsa, onları da çağır.” dedi.
“Çağırdım. Odalar da doldu. “‘Gelmeyen kimse kaldı mı?’ diye sordular. ‘”Hayır, yâ Resûlallah!..’ dedim. ‘”Haydi, çanağı getir.’ buyurdu. “Getirip önüne koydum.
“Elini çanağın üzerine koyup bereket duasında bulundu. Bundan
sonra, ‘Onar onar halkalansınlar ve herkes kendi ö-nünden yesin.’ buyurdu.
“Davetliler, emredilen şekil üzere oturarak doyuncaya kadar yediler.
Böylece bütün davetliler bölük bölük gelip yiyip gittiler.
“Ben çanaktaki hurmaya ve yağa bakıyordum. Sofada ve o-dalarda bulunanların
hepsi ondan doyuncaya kadar yediler. Çanakta kalan ise getirdiğim kadardı!
“Resûlullah bana, ‘Ey Enes, kaldır!’ diye emretti. “Ben de çanağı kaldırdım. Sonra da annemin yanına vardım. Hâdiseyi olduğu gibi anlattım.
“Annem de bana, ‘Hiç hayret etmene gerek yok! Eğer Allah, ondan
bütün Medinelilerin yemesini dilemiş olsaydı, hepsi de yer ve doyarlardı.’ dedi.”
Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) dini, daveti ve risâleti
umumî olduğu için, hemen hemen kâinatın her nevinden mucizelere
mazhar olmuştur. Duasıyla yemeklerin bereketlenmesi hususunda da
birçok mucize göstermişlerdir. Mevzuyla ilgisi bakımından bu mucizeyi
burada naklettik. Ve, dua ediyoruz:
“Yâ Rab!.. Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) bereketi hürmetine bize ihsan ettiğin
maddî ve manevî rızkımıza bereket ihsan eyle!”

HİCAB ÂYETİNİN NAZİL OLMASI
Hz. Zeyneb’in düğün yemeğine davet edilenler, dağılmış, sâdece üç
kişi kalmıştı. Bunlar oturup konuşmaya dalmışlardı. Peygamber Efendimiz
bu durumdan hoşlanmadı. Kalkıp Hz. Aişe’nin odasına kadar gitti.
Sonra birbiri ardınca diğer Ezvac-ı Tâhirat’ın da odalarına uğradı.
Oturup konuşanlar gitmişlerdir zannıyla döndü. Fakat, onlar hâlâ
konuşmalarına devam ediyorlardı. Resûl-i Ekrem Efendimiz, onlara bir
şey diyemedi. Tekrar, Hz. Aişe Validemizin odasına doğru gider gibi
davrandı. Bu sırada onlar da kalkıp gittiler. Peygamber Efendimize
haber verilince hemen geri döndü. Hücre-i Saadet’e girdi.
Daha önceleri de Hz. Ömer, “Yâ Resûlallah!.. Hanımlarınızı perde arkasına
alsanız… Zîra, huzurunuza her çeşit insan gelir, gider.” derdi.
Fakat, Cenâb-ı Hakk tarafından herhangi bir emir gelmediğinden, Resûli
Kibriya Efendimiz, Hz. Ömer’in bu sözüne karşı sükût ederdi. Hattâ,
bir gün Ezvac-ı Tâhirat’tan Hz. Sevde’yi dışarıda görmüş ve “Ey Şevde!..
Biz seni tanıdık!” demişti. Bu sözü, hicab hakkında İlâhî emrin
gelmesini şiddetle arzu ettiği için sarfetmişti.
Hz. Zeyneb’in düğün yemeğinde de yukarıda bahsettiğimiz hâdise
meydana gelince, hicab âyeti nazil oldu:
“Ey îman edenler!.. Bundan sonra Peygamber’in evlerine yemeğe
davet edilmeden, vakitli vakitsiz girmeyin. Fakat, davet olunduğunuz
zaman girin. Yemeği yediğiniz zaman da-ğılın. Söz dinlemek veya sohbet
etmek için de (izinsiz) girmeyin. Çünkü bu, Peygamber’e eza vermekte.
O, ‘Girmeyiniz veya kalkıp gidiniz.’ demekten sıkılıyordun Allah
ise, hakkı açıklamaktan çekinmez. Bir de, onun zevcelerinden lüzumlu
bir şey istediğiniz vakit, perde ardından isteyin. Bu, hem sizin kalbleriniz,
hem onların kalbleri için daha temizdir. Sizin, Allah’ın Resulüne eza
vermeniz (doğru) olmadığı gibi, kendinden sonra zevcelerini nikâhla almanız
da ebedî caiz değildir. Bu, Allah katında çok büyük günahtır.”
Nazil olan bu âyet-i kerîmeyi, Peygamber Efendimiz, dışarı çıkıp halka
okudu. Bunun üzerine Ezvac-i Tâhirat da perde arkasına çekildiler.
Bundan sonra, neseb ve süt emme yönünden akraba olanlar ile hizmetçi
ve hürriyetlerine kavuşmak için anlaşma yapmış bulunanlar dışmdakilerle Ezvac-ı Tâhirat gerektiği zaman, ancak perde arkasında konuşur, görüşürlerdi.
Bir gün, Peygamber Efendimizin yanında Hz. Ümmü Seleme ile Hz.
Meymûne bulunuyordu. Bu esnada âmâ olan Abdullah İbn-i Ümmî
Mektum (r.a.) içeri girdi. Peygamber Efendimiz, hanımlarına, “Perde arkasına
çekiliniz.” diye emretti. Onlar, “Yâ Resûlallah!.. O âmâ değil midir? Gözleri görmez ve bizi
tanımaz.” dediler. Peygamber Efendimiz, “Siz de âmâ mısınız? Onu görmüyor
musunuz?” diye buyurdu.

MÜSLÜMAN KADINLARA TESETTÜRÜN EMREDİLMESİ
Bir kısım edebsiz münafıklar, köle kadınlara sataşırlardı. Zaman zaman
şâir kadınları da, köle zannıyla rahatsız ederlerdi.
Bunların, mü’minlerin hanımlarını da rahatsız ettikleri olurdu. Neden
böyle yaptıkları sorulduğunda ise, “Biz onları köle sanmıştık!” diyerek
mazeret uydururlardı. Bu hâdiseler üzerine, Müslüman kadınların örtünmelerini emreden şu âyet-i kerîme nazil oldu:
“Ey Peygamber!.. Zevcelerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına, iç
elbiselerinin üzerlerine cilbablarını [örtülerini] giymelerini söyle! Bu, onların
tanınıp eza edilmemelerine daha uygundur.”

PEYGAMBERİMİZİN, HZ. CÜVEYRİYE’YLE EVLENMESİ
Hz. Cüveyriye, Benî Müstalık Kabilesi Reisi Haris b. Ebî Dırar’ın kızı
idi. Müreysi Gazasında alınan esirlerden biri de oydu. Kocası Müsafı b.
Safvan, Peygamberimizin amansız düşmanlarından biriydi. Harbte
öldürülünce, Hz. Cüveyriye dul kalmıştı.
Esirler, mücâhidler arasında bölüştürüldüğü zaman, Hz. Cüveyriye,
Sabit b. Kays ile amcası oğlunun hissesine düşmüştü.
Hz. Cüveyriye, Sabit b. Kays’la anlaşmış, kesişme yapmıştı. Tâyin edilen
fidyeyi ödediği takdirde hürriyetine kavuşacaktı. Fakat, fidye ödeyecek
imkânı yoktu. Bu sebeple Peygamber Efendimize müracaat etti ve
fidye-i necatının ödenmesi hususunda yardım talebinde bulundu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, ona, “Sana, bundan daha hayırlı olan yok mudur?” diye sordu.
Beklenmedik bir soruya muhatab olan Hz. Cüveyriye, birden şaşırdı. Hürriyetine kavuşmaktan, tekrar anne ve babasına, yurduna varmaktan daha hayırlı ne olabilirdi?
Bir anlık bir tereddütten sonra, “Yâ Resûiallah!..” dedi, “Hakkımda
yapacağınız bundan daha hayırlı şey nedir?”
Peygamber Efendimiz, “Senin fidye-i necatını ödemem ve seni zevceliğe kabul etmenidir.” buyurdu. Hz. Cüveyriye bütün bütün şaşırdı. Esaretten kurtulduğu gibi, böylesine
büyük bir şerefe de nail olacaktı. Bir an kendi âlemine daldı. Peygaımber
Efendimizin yurtlarına varmadan birkaç gün önceki rüyasını
hatırladı: Ay, Medine’den sanki yürüyüp gömleğine girmişti.306 Bir anlık
şaşkınlıktan sonra, yüzünde sevinç alâmetleri belirdi. Peygamberimizin
teklifine cevabı şu oldu: “Yâ Resûlallah!.. Eğer beni bu şerefe nail ederseniz, şüphesiz benim için bundan daha hayırlı bir devlet ve saadet olamaz!”

Haris b. Ebî Dırar’ın Müslüman Olması
Hz. Cüveyriye’nin babası Haris b. Ebî Dırar da, o sırada, kızını kurtarmak
için yanına develer alarak Medine’ye doğru yola çıkmış idi. Akik
Vadisine varınca develerine baktı. Kıyamadığı ikisini, vadide iki dağ
arasında kuytu bir yere sakladı. Sonra, Peygamber Efendimizin huzuruna geldi.
“Yâ Muhammedi.. Kızımı esir almışsınız. Şunlar, onun fidye-i necatıdır.” diye konuştu.
Resûl-i Kibriya Efendimiz, “Akik’te, filân dağlar arasında filân kuytuya
saklamış olduğun iki deveyi neden getirmedin?” diye sordu.
Haris, birden şaşırdı. Hiç kimse, develeri oraya saklamış olduğunu
bilmiyordu. Artık beklemek manasızdı. Derhâl, “Ben şehâdet ederim ki,
Allah’tan başka ilâh yoktur; muhakkak sen de Allah’ın Resulüsün! Vallahi,
yaptığımı Allah’tan başka kimse bilmiyordu!” diyerek Müslüman
oldu. Onunla birlikte,iki oğlu ve kavminden yanında bulunanlar da
orada Müslüman oldular.
Peygamberimizin, Hz. Cüveyriye ‘nin Fidye-i Necatını Ödemesi
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Sabit b. Kays’a (r.a.) haber gönderip, durumu
kendisine arzetti. Hz. Cüveyriye’yi kendisinden istedi. Sabit b. Kays
tereddüt göstermeden, “Babam anam sana feda olsun yâ Resûlallah!..
Sana onu bağışladım!” dedi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, fıdye-i necatını ödeyerek Hz. Cüveyriye’yi
babasına teslim etti.
Hz. Cüveyriye ‘nin, Peygamberimizle Evlenmesi
Müslüman olan Hz. Cüveyriye’yi zevceliğe kabul etmek ü-zere, Peygamber
Efendimiz, onu, babası Haris b. Ebî Dırar’dan istedi. Baba Haris
buna muvafakat gösterdi. Peygamber Efendimiz, 400 dirhem mehir vererek Hz. Cüveyriye’yi zevceliğe aldı.
Peygamber Efendimizin Hz. Cüveyriye’yi zevceliğe aldığını gören
Ashab-ı Kiram, “Resûlullah’ın zevcesinin akraba ve taallûkatı artık esir
kalmamalıdır.” diyerek ellerindeki bütün esirleri serbest bıraktılar. Bu
esirler arasında sâdece 100 tane kadın vardı.
Bunun için Hz. Âişe der ki:
“Ben, kavmi için Cüveyriye’den daha hayırlı, daha mübarek bir kadın bilmiyorum!”
Gerçekten de, Hz. Cüveyriye bahtiyar bir kadındı. Bir günde, esir iken
hem Resûl-i Ekrem Efendimize zevce olma şerefi ve saadetine erdi, hem
de kavminin esaretten kurtulmasına sebep oldu.
Peygamber Efendimizin Hz. Cüveyriye’yi zevceliğe aldığını duyan
Müstalık Oğullarından birçok kimse de, bu mürüvvet ve âlicenablığa
hayran kalıp, Medine’ye gelerek Müslüman oldular.
Peygamber Efendimizin bütün evliliklerinde ayrı ayrı hikmet ve maslahatlar
vardır. Bu evliliğinde de içtimaî bir hikmet ve maslahatı göz
önünde bulundurmuştur. O da, kalbleri kendisine ve İslâm’a ısındırmak,
kabileleri akrabalık bağı kurarak etrafında toplamak, kendisine ve
İslâm’a yardımcı kılmaktı. Malûmdur ki, insan bir kabileden veya bir
aşiretten evlendiği zaman, onun ile o kabîle veya aşiret arasında bir
yakınlık meydana gelir; bu da, tabiî olarak, onları o insanın yardımına koşturur.
İşte, Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hz. Cüveyriye’yle evlenmesinde bu
maksat ve gayeyi gütmüştür. Ve bunda, görüldüğü gibi, muvaffak da olmuştur.
Hz. Cüveyriye ‘nin Asıl Adı
Hz. Cüveyriye’nin asıl adı “Berre” idi. Bu ismi beğenmeyen Resûl-i
Ekrem Efendimiz, evlendikten sonra, ona cariyenin musağğarı olan ve
“kadıncık” veya “kızcağız” mânâsına gelen Cüveyriye ismini taktı.”1
Hz. Cüveyriye, son derece ittika sahibi idi. Yoksullara, fakirlere karşı
son derece şefkatli, merhametli davranırdı. Yemez, başkasına yedirir;
içmez, başkasına içirirdi. Bir gün Resûl-i Ekrem, odasına girerek, “Yiyecek bir şey var mı?” diye sormuştu.
Hz. Cüveyriye, “Hayır yâ Resûlallah!.. Yanımda yiyecek bir şey yok.
Sâdece bir davar kemiği vardı ki, onu da kadın âzadhmıza sadaka olarak
verdim!”312 cevabını vermişti.
Hz. Cüveyriye, Hicret’in 57. yılında vefat etti. Bakî Mezarlığına
defnedildi.

Reklam
BU VİDEOYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
Yorum Yap

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Bu konuya henüz bir yorum yapılmadı.