Şekil renkleri

Metin renkleri


Bizi Sosyal Medyada Takip Edin

Hicretin 6. Yılı Kurata, Beni Lihyanve Seferleri ve Gabe Gazasi

7 yıl önce
1.197 izlenme
Favorilerime Ekle
Favorilerimden Çıkar
Lütfen bekleyiniz...
Geniş Ekran Dar Ekran
Reklam 5 saniye sonra kapanacak.
Reklam
Reklamı Geç

Hicretin 6. Yılı
Kurata, Beni Lihyanve Seferleri ve Gabe Gazasi
KURATA SEFERİ
(Hicret ‘in 6. senesi Muharrem ayı)
Bu tarihte, Peygamber Efendimiz ashabtan Muhammed b. Mesleme
Hazretleri kumandasındaki 30 kişilik bir süvari birliğini Necid diyarında
bulunan Bekir b. Kilâb Oğulları üzerine gönderdi.
Mücâhidler, bu kabileye âit Şerebbe mevkiine vardıklarında, Benî
Muharip’ten bir toplulukla karşılaştılar. Aralarında çatışma vuku buldu.
Muharip Oğullarından bazıları öldürüldü; sağ kalanlar ise kaçtılar.
Mücâhidler, onların geride kalan çoluk çocuklarına ise dokunmadılar.
Daha sonra mücâhidler, Benî Bekirlerin bulunduğu yere kadar
ilerlediler. Anîden baskında bulunarak 10 kadar adamlarını öldürdüler.
Bir kısım davar ve develerini de ganîmet olarak aldılar. Muhariplerle
Benî Bekirlerden alınan ganîmet mallar, 150 deve ile üç bin davarı buluyordu.
Birlik kumandanı Muhammed b. Mesleme (r.a.), bunların beşte birini
Peygamber Efendimiz için ayırdı, geri kalanını ise mücâhidlere bölüştürdü.
Mücâhidler, Medine’ye dönerken yolda Benî Hanife kabilesinden
Sümame b. Üsal’ı yakaladılar. Sümame, Mekke’ye umre haccı yapmaya gidiyordu.
Müslüman süvari birliği, Muharrem ayının son gecesinde Medine’ye döndü.

SÜMAME B. ÜSAL’IN MÜSLÜMAN OLUŞU
Mücâhidler tarafından esir alınan Sümame b. Üsal, Yemame halkının
ileri gelenlerindendi. Bir ara, Peygamber Efendimizin vücudunu ortadan
kaldırma teşebbüsüne geçmiş ise de, amcası onu bu cinayeti işlemekten
alıkoymuştu. Resûli Ekrem Efendimiz de, bunun üzerine Sümame’nin
kanının dökülmesini mubah saymıştı.
Sümame’yi Peygamberimizin huzuruna getiren mücâhidler, onu
tanımıyorlardı. Resûli Ekrem onlara, “Kimi yakalamış olduğunuzu biliyor
musunuz? Yakaladığınız bu adam, Benî Hanife Kabilesi Efendisi
Sümame b. Üsal’dir. Ona iyi davranınız.” diye buyurdu.
Sahabîler, onu Mescidi Şerifte barındırdılar.
Resûli Ekrem Efendimiz, mescide gidip Sümame’nin yanına vardı.
“Ey Sümame!.. Gönlünde ne var, içinden ne geçiriyorsun?” diye sordu.
Sümame mahçub bir eda içinde, “Yâ Muhammedi.. Gönlünde hayır
var! Şayet beni öldürecek olursan, eli kanlı bir katilin hayatına son vermiş
olursun! Eğer bana iyilik eder, beni affedersen, iyiliğe karşı teşekkür
eden, iyilik bilen bir kimseye iyilikte bulunmuş olursun! Eğer, hürriyetime
kavuşmam için benden mal istersen, dilediğin kadar iste, al!” diye cevap verdi.
Efendimiz, başka bir şey demeden yanından ayrıldı.
Daha sonra iki gün üst üste Peygamber Efendimiz, Sümame’ye aynı
suali sordu. Sümame aynı cevabı verince, ashabına, “Sümame’yi serbest
bırakınız.” diye emrederek onu fidyei necat almaksızın serbest bıraktı.Bu
âlicenab hareket karşısında Sümame’nin gönül âlemi birden nurlandı.
Hemen orada kelimei şehâdet getirerek Müslüman oldu. Mekke ‘de Sümame ‘nin Başına Gelenler Müslüman olan Sümame, Peygamber Efendimizin müsaadesiyle niyetlenmiş
olduğu umresini yapmak üzere Mekke’ye gitti. “Telbiye” getirerek
şehre girince, Kureyş müşrikleri Müslüman olduğunu anladılar.
Yakalayıp boynunu vurmak istediler. O sırada içlerinden birisi,
“Bırakınız onu!.. Siz, yiyecek maddesi bakımından Yemame’ye her zaman
muhtaçsınız!” deyince onu serbest bıraktılar.
Buna rağmen Sümame onlara meydan okudu.
“Vallahi,” dedi, “Resûlullah Muhammed müsaade etmezse, size
Yemame’den bir buğday tanesi bile gelmeyecektir!”
Gerçekten de, umresini yapıp Yemame’ye dönen Sümame, Yemame
halkını Kureyşlilere herhangi bir şey yükleyip göndermekten menetti.
Peygamber Efendimizin Şefkati
Yemame halkı Sümame’nin emri üzerine Mekke’ye yiyecek bir şey
göndermeyince, Kureyş müşrikleri son derece zor bir duruma girdiler.
Kıtlık yüzünden olmadık şeyler yemeye başladılar.
Sonunda, Resûli Kibriya Efendimize bir mektup yazmak zorunda
kaldılar: “Sen, hem akraba haklarını gözetmeyi emretmektesin, hem de
bizimle akrabalık bağlarını koparıp babalan kılıçtan geçirmekte, çocukları
da açlıktan öldürmektesin! Sümame, bizim yiyeceklerimizi kesti. Son
derece daraldık. Ne olur, Sümame’ye bu hususta bir mektup gönderiver!”
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, onların yaptıkları bütün düşmanlık
ve kötülükleri bir tarafa bırakarak, Yemame’den, Mekkelilere yiyecek
satışına mâni olmaması için Sümame b. Üsal’e bir yazı gönderdi.
Sümame, Hz. Resûlullah’ın bu emri üzerine Mekkelilere zahîre satışını
serbest bıraktı. Görülüyor ki, Peygamber Efendimiz, insan hayatına vermiş olduğu
değerden dolayı, en şiddetli düşmanlarına karşı bile yiyecek içecek noktasında
son derece şefkatli ve merhametli davranmıştır. Kureyş müşrikleri
gibi en azgın düşmanlarının bile, açlık ve susuzlukla karşı karşıya
kalıp yok olmalarına, şefkat ve merhamet ummanı olan mübarek
gönülleri rıza gösterememiştir! Bu, onun, hayata hürmeti telkin eden en
güzel davranışlarından sâdece birisidir! Mübarek hayatına bu nazarla
baktığımızda buna benzer birçok hâdiseye rastlayacağımız şüphesizdir!

BENÎ LİHYAN SEFERİ
(Hicret ‘in 5. senesi Rebiülevvel ayı başlan)
Benî Lihyanlar, Hicret’in 4. yılında Bi’ri Mauna mevkiinde 40’a (veya
70) yakın Müslüman mürşid ve muallimi hunharca şehid etmişlerdi. Reci
mevkiine irşad için gönderilmiş bulunan İslâm birliğini kuşatıp
birçoğunu şehid edenler de, yine bu kabîleden kimselerdi.
Peygamber Efendimiz, bu hain kabileye haddini bildirmek için, yerine
Medine’de Abdullah b. Ümmü Mektum’u vekil bırakarak 200 kişilik bir
kuvvetle yola çıktı. Efendimiz, Benî Lihyanları gafil avlamak istiyordu.
Bu sebeple, Şam’a doğru gitmek istiyormuş gibi davrandı. Daha sonra
yolunu değiştirerek, Benî Lihyanların konak yerlerinden olan Guran
Vadisine kadar gitti. Asım b. Sabit ve diğer Müslüman muallim ve
mürşidler burada şehid edilmişlerdi. Efendimiz, orada onları rahmetle
andı, kendileri için dua etti.Lihyan Oğulları, Peygamber Efendimizin gelişini duymuşlar ve korkup dağ başlarına sığınmışlardı. Kimse yakalanamadı.
Peygamber Efendimiz, oradan Usfan denilen mevkie vardı. Burası
Mekke’ye yakındı. Efendimizin maksadı, gelişini Mekkelilere
bildirmekti. Nitekim, Mekkeliler bunu duymuşlar ve korkuya
kapılmışlardı. Resûli Ekrem Efendimiz, 14 gece sonra tekrar Medine’ye döndü.

GABE GAZASI
(Hicret ‘in 6. senesi Rebiülâhir ayı)
Ebû Zerr (r.a.), Medinei Münevvere’ye üç saat mesafesi olan Gabe
Mer’asında oğluyla birlikte Peygamber Efendimizin 20 kadar devesini
güderken, Uyeyne b. Hısne’lFezarî, 46 atlıyla gelip Ebû Zerr’in oğlunu
şehid etmiş, develeri de alıp götürmüştü. Durum Peygamberimize haber verildi. Derhâl baskıncıların arkasından Hz. Sa’d b. Zeyd komutasında bir süvari birliği gönderdi. Hz.
Sa’d’a, “Ben, sana halk ile birlikte gelip kavuşuncaya kadar, baskıncı
müşrikleri takib et.” diye emretti. Süvari birliği yola çıktıktan sonra, Peygamber Efendimiz de Medine’de yerine Abdullah b. Ümmü Mektum’u vekil bıraktı ve 500 kişilik bir kuvvetle Gatafan’a doğru yola çıktı. Medine’ye iki günlük mesafesi olan
Zu Kared mevkiinde düşmana yetişildi: Birkaçı öldürüldü; develerin bir
kısmı da geri alındı. Resûli Ekrem Efendimiz, etrafı araştırmak maksadıyla burada bir gün bir gece kadar bekledi, sonra Medine’ye geri döndü.

İS SEFERİ (Hicret ‘in 6. senesi Cemaziyelevvel ayı)
Kureyş müşriklerine âit bir ticaret kervanının Şam’dan Mekke’ye
doğru gitmekte olduğu, Medine’de işitildi. Peygamber Efendimiz, Kureyş müşriklerini istisaden güç durumda bırakmak maksadıyla, Hz. Zeyd b. Harise kumandasında 170 kişilik bir süvari birliğini bu kervanı ele geçirmek üzere yola çıkardı.
Mücâhidler, İs denilen mevkide Kureyş kervanına rastgeldiler: Kervandaki
mallara el koydular, adamları da esir aldılar. Resûli Ekrem
Efendimizin kerîmesi Hz. Zeyneb’in kocası olan Ebû’lÂs b. Rebî de bu
esirler arasındaydı. Mücâhidler, malları ve esirleri Medine’ye getirdiler. Peygamber
Efendimiz, malları mücâhidler arasında taksim etti.

Ebû’l As ‘in Serbest Bırakılması
Ebû’l Âs, Hz. Zeyneb’e, “Babandan, benim için eman al.” diye haber
göndererek himayesini istedi. Hz. Zeyneb de, onu himâyesi altına aldığını Müslümanlara bildirdi. Peygamber Efendimiz de, kerîmesine, “Senin himayeye aldığın kimseyi,
biz de himayemiz altına aldık!” diye buyurdu. Hz. Zeyneb, Resûli Ekrem Efendimizden, Ebû’lÂs’ın ganîmet alınan mallarının da geri verilmesini rica etti. Resûli Ekrem Efendimiz de bunu mücâhidlerden istedi. Mücâhidler de, aldıkları malların tamamını getirip
ona geri verdiler.
Ebû’l Âs ‘in, Müslüman Olduğunu Açıklaması
Ebû’lÂs, geri aldığı mallarla Mekke’ye döndü, sahiplerine haklarını teslim etti; sonra, “Ey Kureyşliler!.. Kimsenin bende malı veya hakkı kaldı mı?” diye sordu.
“Hayır… ” dediler, “Yanında hiçbir malımız ve hakkımız kalmadı!”
Başta Resûlullah olmak üzere, zevcesi Hz. Zeyneb’ten ve Müslümanlardan
gördüğü âlicenab muamele karşısında Ebû’lÂs’ın mânâ âlemi
değişmişti. Bunu Kureyş müşriklerine de şöylece açıkladı:
“Vallahi, yanınıza gelmeden önce, Müslüman olmamı engelleyen tek
şey, ‘Mallarımızı götürmek için Müslüman oldu.’ diye yapacağınız dedikodudan
duyduğum endişeydi. Fakat, şimdi mallarınızı teslim etmiş
bulunuyorum. Şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve yine şehâdet
ederim ki Muhammed, Allah’ın kulu ve Resulüdür!”
Daha sonra Ebû’lÂs, Medine’ye İslâmiyetle şereflenmiş hâlde döndü.
Peygamber Efendimiz de yine Hz. Zeyneb’i ona verdi.

ABDURRAHMÂN B. AVF’IN DÛMETÛ’LCENDEL’E GÖNDERİLMESİ
(Hicret ‘in 6. senesi Şaban ayı)
Bu tarihte Peygamber Efendimiz, Abdurrahmân b. Avf Hazretleri kumandasında
700 kişilik bir birlik hazırladı. Birliğin vazifesi,
Dûmetû’lCendel beldesi halkını İslâmiyete davet etmekti.
Resûli Ekrem Efendimiz, Abdurrahmân b. Avf Hazretlerine sancağını
teslim ettiği sırada Allah’a hamd ve senada bulunduktan sonra,
mücâhidlere şöyle hitab etti: “Hepiniz Allah yolunda, Allah’ın ismiyle gaza ediniz! Kâfirlerle çarpışınız! Ganimet mallarına hıyanet etmeyiniz! Ahdinizi bozmayınız!
Öldürdüklerinizin burun, kulak gibi uzuvlarını kesmeyiniz! Küçük
çocukları öldürmeyiniz!”Efendimiz, sonra da bütün Müslümanlara şu umumî dersini verdi: “Ey insanlar!.. Zamanla size gelip çatacak beş musibetten Allah’a
sığınırım: “* Bir kavimde çirkin hareketler yayılıp açığa vurulunca, şüphesiz,
kendilerinden önce geçmiş kavimlerde görülmedik veba, acılar ve ağrılar
onlar arasında ortaya çıkar!
“* Bir kavim, ölçüde, tartıda eksiklik yaptı mı, muhakkak kuraklık ve
kıtlık yıllarına, geçim sıkıntısına, hükümdar zulmüne uğrarlar!
“* Mallarının zekâtını vermeyen kavimlerin, gökten yağan yağmurları kesilir!
“* Allah ve Resulünün ahdini bir kavim bozdu mu, muhakkak düşmanları
onların üzerine salınır. Onlar da, kavmin el ve avuçlarındakilerden
bir kısmını çekip alırlar!
“* Bir kavmin idarecileri, Allah’ın Kitabına uygun hareket etmediler
mi, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyi onurlarına yedirmediler
mi, o zaman Allah da onların arasına tefrika ve harb sokar!”
Bundan sonra Abdurrahmân b. Avf Hazretleri, beraberindeki Müslümanlarla
Dûmetû’lCendel’e hareket etti. Oraya varınca onları İslâmiyete
davet etti. Bu davetini üç gün tekrarladı.
Üçüncü günü Hıristiyan olan reisleri Asbağ b. Amre’lKelbî, İslâmiyetle
müşerref oldu. Onunla birlikte birçok kimse de îmana geldi.418 Müslüman
olmayanlar ise cizye [vergi] vermek üzere orada kaldılar.
Peygamber Efendimiz, Medine’den uğurlarken Abdurrahmân b. Avf
Hazretlerine, “Eğer onlar İslâmiyeti kabul ederlerse, reislerinin kızıyla
evlen.” diye buyurmuştu.
Hz. Abdurrahmân, Nebîyyi Muhterem Efendimizin bu emri üzerine
reisleri Asbağ’ın kızı Tümandır’la evlendi ve onu da yanına alarak
Müslümanlarla birlikte Medine’ye döndü.

Umre Seferi ve İlk Yağmur Duası
PEYGAMBERİMİZİN İLK YAĞMUR DUASI
Hicret’in 6. yılında büyük bir kuraklık ve kıtlık her tarafı sarmıştı.
Ramazan ayında bir Cuma günü, Resûli Ekrem Efendimiz hutbe îrad
buyururken kendisinden, “Allah’a dua et de bize yağmur versin.” diye
rica edildi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, “Allah’ım, bize yağmur ver!
Allah’ım, bize yağmur ver! Allah’ım, bize yağmur ver!” diyerek dua
etti. Bir anda ayna gibi berrak olan gökyüzünde bulutlar belirdi ve yağmur
yağmaya başladı. Peygamber Efendimiz bu sefer, “Allah’ım, bu yağmuru bardaktan
boşanırcasına yağdır ve hakkımızda hayırlı kıl!”421 diye dua etti.
Enes b. Mâlik der ki: “Üzerimize öyle yağmur yağdı ki, neredeyse evlerimize gitme imkânı
bulamayacaktık! O gün, ertesi gün, daha ertesi gün, tâ öteki Cuma’ya
kadar yağmur yağmaya devam etti.” Cuma günü Peygamber Efendimiz yine hutbe îrad ederken, bu sefer yağmurun dinmesi için dua yapmasını rica ettiler.
“Yâ Resûlallah!.. Evler, yağmurdan yıkılmaya başladı; yollar kapandı.
Allah’a dua etsen de yağmuru kesse!” Resûli Kibriya Efendimiz, tebessüm buyurdular, sonra da ellerini kaldırarak, “Allah’ım, çevremize yağdır, üzerimize değil!”424 diye dua
etti. Yine Enes b. Mâlik der ki: “Resûlullah (a.s.m.) dua ederken de eliyle, semânın neresine işaret ettiyse orası açıldı ve Medine üstü, açık bir meydan gibi oldu. Medine
çevresine yağmur yağarken, Medine’ye bir damla bile düşmüyordu.
Etraftan gelenler, oralarda bol bol yağmur yağdığını haber vermekte idiler.”
Bu, Resûli Ekrem Efendimizin yaptığı ilk yağmur duasıdır. Bundan
başka çeşitli zamanlarda beş yağmur duası yapmışlardır.

UMRE SEFERİ
(Hicret’in 6. senesi Zilkade ayı/Milâdî 13 Mart 628)
PEYGAMBERİMİZİN RÜYASI
Resûli Ekrem Efendimiz, bir gece rüyasında, hiçbir korku ve endişe
duymadan ashabıyla birlikte gidip Kâbei Muazzama’yı tavaf ettiklerini,
kimin başını kazıttığını, kiminin de saçını kısalttığını görmüştü.
Efendimiz, bu rüyasını anlatınca, Ashabı Kiram, görülmedik bir sevinç
ve heyecan izhar etmişlerdi. Zîra, Muhacir Müslümanların Mekke’den
Medine’ye hicretlerinin üzerinden kocaman bir altı yıl geçmişti. Bu altı
yıl zarfında büyüklü küçüklü birçok hâdise cereyan etmişti, ama vatanlarının
hasreti yine de gözlerinde tütüyordu. Doğup büyüdükleri vatanlarına
bir gün tekrar kavuşacaklarını her an hayâllerinde yaşatıyorlardı.
Hasret duydukları belde alelade bir yer de değildi; her gün beş vakit
namazlarında yöneldikleri Kâbei Muazzama’nın bulunduğu mübarek bir belde idi.
Resûli Ekrem Efendimizin, “Siz muhakkak Mescidi Haram’a gireceksiniz!”
müjdesi, bu bakımdan Müslümanlar arasında büyük bir sevinçle
karşılanmıştı. Hattâ, hemen o yıl gidip Kâbei Muazzama’yı tavaf
edeceklerini zannettiler ve bunu umdular.Resûli Kibriya Efendimizin bu
rüyasını Kur’ânı Kerîm de bize haber verir.

MEDİNE’DEN HAREKET
Peygamber Efendimiz, yerine Medine’de Abdullah b. Ümmü
Mektum’u bıraktı. Yemen işi giydiği iki elbisesiyle Pazartesi günü yola
çıktı. Kendisiyle birlikte hazırlanan Müslümanların sayısı bin 400 idi. Kafilede
dört de kadın sahabî vardı. Bunlardan biri, Efendimizin
muhtereme hanımları Ümmü Seleme (r.a.) idi. Müslümanlardan sâdece
200’ü atlı idi. Yanlarında yolcu silâhı olan kılıçtan başka bir silâh da bulunmuyordu;
onlar da kınlarında idi. Umre kafilesiyle birlikte ayrıca
kurbanlık 70 de deve vardı. Hz. Ömer ‘le Sa ‘d b. Ubade ‘nin, Endişelerini İzhar Etmeleri
Peygamber Efendimiz, ashabıyla Zûlhuleyfe mevkiine gelmişti.
Bu sırada Hz. Ömer huzura çıkıp, “Yâ Resûlallah!.. Seninle harb
hâlinde bulunan bir kavmin üzerine silâhsız ve atsız mı gireceksin?
Gerektiğinde, onlarla çarpışmak için, yanımıza silâhlarımızı almayalım
mı?” diyerek endişesini izhar etti. Resûli Ekrem Efendimiz, “Ben, umreye niyetlenmişim; silâh taşımak istemem.” diyerek, mübarek niyetlerinin muharebe olmayıp, Mücerred
Umre, yâni Kâbei Muazzama’yı ziyaretten ibaret olduğunu ifade buyurdu.
Aynı endişeyi bu sefer Ensâr’ın ileri gelenlerinden Sa’d b. UbadeHazretleri izhar etti. 

Zûlhuleyfe Mescidi
“Yâ Reshulallah” dedi, “Keşke yanımızda silâh taşısaydık! Onların
şüpheli bir hareketini gördüğümüz takdirde üzerlerine yürürdük!”
Peygamber Efendimizin, bu sahabîye de cevabı aynı oldu: “Ben silâh
taşımam; ben sâdece umreye niyetlenerek yola çıkmışımdır!”
Zûlhuleyfe, Medinelilerin mikatı, yâni ihrama girme yeridir. Peygamber
Efendimiz de burada öğle namazını kıldıktan sonra ihrama girdi.
Yetmiş kadar olan kurbanlık develere de işaret vurdurdu.
Müslümanlardan bir kısmı da burada ihrama girdi.
Peygamber Efendimiz, öğle namazını kıldıktan sonra, kıbleye döndü
ve, “Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk! Lebbeyke lâ şerike Leke Lebbeyk!
İnnel Hamde ven’Nimete leke ve’lMülke lâ şerike leke.” diyerek telbiye etti.
Bu ulvî seda, her tarafı nurânî bir havaya büründürdü. Sahabîlerin
heyecanları zirvedeydi. Henüz Zûlhuleyfe’den ayrılmamışlarken, Resûli Ekrem Efendimiz
müşriklerin durumunu öğrenmek ve kendi geliş gayesini de bildirmek
üzere Büsr b. Süfyan’ı Mekke’ye gözcü olarak gönderdi. Büsr daha önce,
Medine’ye Peygameber Efendimizi ziyarete gelmişti. Efendimizin arzusu
üzerine kendisiyle birlikte Mekke’ye dönüyordu.

KUREYŞ MÜŞRİKLERİNİN KARARI
Müşrikler, Peygamber Efendimizin kalabalık bir sahabî topluluğuyla
gelmekte olduğunu öğrenmiş ve kat’î karar almışlardı: “Muhammed ve
beraberindekiler Mekke içine sokulmayacaktır.” Bunun için, Hâlid b.
Velid emrinde 200 kişilik bir süvari birliğini sür’atle Küraü’lGamim denilen
mevkiye göndermişlerdi. Diğer taraftan da Ahabiş kabilelerine
ziyafetler vererek, herhangi bir çarpışma ihtimaline karşılık onları yanlarına
almak için bir gayretin içine girmişlerdi.
Müşriklerin bu kat’î karar ve gayretlerini, tecessüs için gönderilen Büsr
b. Süfyan gelip Usfan mevkiinde Resûli Ekrem Efendimize haber verdi.
Fahri Kâinat Efendimiz, bu haberi alınca, “Yazıklar olsun! Kureyş
helak oldu. Zâten harb, onları yiyip bitirmiştir. Ne olurdu, benimle diğer
Arap kabileleri arasına girmeselerdi, beni onlarla baş başa bıraksalardı.
Onlar beni mağlûb edecek olurlarsa—zâten kendilerinin de istediği budur.
Eğer Allah beni onlara galib getirecek olursa ve kendileri de
isterlerse toptan İslâmiyete girerlerdi. Eğer böyle yapmazlarsa
çarpışmayı göze almışlardır demektir. Heyhat! Kureyş müşrikleri
kuvvetlerinin çok olduğunu mu zannediyor? Vallahi, Allah’ın, tebliği
için beni göndermiş olduğu dini hâkim ve üstün kılıncaya kadar, şu
başım şu gövdemden ayrılıncaya kadar onlarla savaşmaktan asla çekinmeyeceğim!”
diye konuştu. Kureyş müşriklerinin karşı koymak için hazırlanmaları, Peygamber
Efendimizi fazlasıyla müteessir etti. Birbirleriyle kanlı bıçaklı olanlar bile
Haram Aylar’da iki kardeş gibi yan yana gelip Kabe’yi tavaf edebiliyorlardı.
Müşrikler buna mâni olmuyorlardı. Sâdece Peygamberimizin ve
Müslümanların Kabe’yi ziyaret etmek gibi masum, ulvî, kutsî ve haklı arzusu
karşısında, böylesine menfi bir tavır takınıyorlardı!
Peygamberimizin Yol Güzergâhını Değiştirmesi
Resûli Ekrem Efendimizin mübarek niyetleri sâdece Kâbei
Muazzama’yı ziyaret etmekti. Bunun için herhangi bir çatışmanın çıkmasını
istemiyordu. Bu sebepledir ki, Hâlid b. Velid kumandasında bir
Kureyş süvari birliğinin Gamim mevkiine gelmiş olduğunu duyunca,
ashabına, “Hâlid b. Velid birtakım süvarilerle birlikte gözcü olarak Gamim
mevkiinde bulunuyor! Bu bakımdan siz, yolun sağ tarafını tutup
gidiniz.” buyurdu ve yol güzergâhını değiştirerek, Müslümanları bir
başka yoldan götürdü. Hâlid b. Velid, İslâm Ordusunu uzaktan görünce,
derhâl dönüp Kureyşlilere durumu haber verdi.
Ashabı Kiram la İstişare
Bu şartlar çerçevesinde Resûli Ekrem bir durum değerlendirmesi yapmak
istedi. Sahabîleri toplayarak görüşlerini sordu.
Onlar, “Allah ve Resulü daha iyi bilir! Biz, ancak umre niyetiyle
buraya gelmiş bulunuyoruz. Kimseyle çarpışmaya gelmedik; ama bu niyetimizin
gerçekleşmesine mâni olmak isteyen çıkarsa, elbette onlarla
çarpışırız!” diyerek fikirlerini beyan ettiler.
Sahabîlerin bu kararlılığından Peygamber Efendimiz memnun oldu
ve, “Haydi, öyle ise, Allah’ın ismiyle yürüyünüz!” buyurdu.
Sâdece Kabe’yi ziyaret etmek gibi masum ve kutsî bir maksatla yola
çıkmış olan Müslümanlar, tekbir ve telbiyelerle Mekke’ye, Kâbei
Muazzama’ya doğru adım adım yol alıyorlardı.

KASVA’NFN ANÎDEN ÇÖKÜVERMESİ
Fahri Âlem Efendimiz, Kasva adındaki devesinin üzerindeydi. Kasva,
Mekke haremi sınırına girince çökmek istedi. Sahabîler buna mâni olmaya
çalıştılar; fakat sonunda Kasva galib geldi ve bir adım ileri
atmadan Allah’ı hikmetiyle yere çöktü. Kaldırmaya uğraştılar, fakat bir
türlü muvaffak olamadılar. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, “Onun böyle bir çökme âdeti yoktur. Fakat, bir zamanlar, filin Mekke’ye girmesine mâni olan, şimdi
de Kasva’ya mâni oluyor. Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin
ederim ki, Kureyş, Allah’ın Harem dâhilinde yapılmasını haram kıldığı
şeylere hürmeti kastederek benden ne kadar zor istekte bulunursa bulunsun,
ben onu muhakkak onlara vereceğim.” diye buyurdu.
Gerçekten, Kasva çökmemiş olsaydı, Müslümanlar doğruca Kureyş
müşriklerinin üzerine varacaklardı. Bu hâl ise bir çarpışmayı kaçınılmaz
duruma getirebilirdi. Hâlbuki, Müslümanlar beraberlerinde sâdece kılıç getirmişlerdi. Şâir harb silâhlarından tamamıyla mahrum bulunuyorlardı. Sayıları da azdı.
Buna karşılık Kureyşliler daha tedbirli ve etraftaki kabileleri de yanlarına
aldıklarından dolayı sayıca daha fazla idiler. Bütün bunlara rağmen, elbette Müslümanlar çarpışmaktan geri durmayacaklardı. Tek bir kalb hâlinde çarpan bir avuç Müslüman, azlığı ve techizatlığına rağmen cesareti ve kahramanlığı ile ve Allah’ın da
yardımıyla muzaffer de olabilirlerdi. Fakat bu durum, Haremi Şerife
karşı bir hürmetsizlik mânâsını taşıyacaktı. Peygamberimiz ve Müslümanlar
ise, böyle bir şeyi asla arzu etmezlerdi. Ayrıca, Mekke’de îmanlarını gizlemekte devam eden, Müslümanların tanımadıkları erkek kadın birçok kimse vardı. Çarpışma vuku bulduğu takdirde bunlar da arada telef olabilirlerdi.
Kaldı ki, henüz îman etmemiş olan Kureyş ileri gelenlerinden birçok
zâtın, yakın bir gelecekte îmana gelip İslâm dinine büyük hizmet etmeleri
ve nice hayırlı evlâd yetiştirmeleri mukadderdi.
İşte, Kasva’nın âdeti olmadığı hâlde, Allah tarafından çöküvermesi, bu
gibi hikmet ve inceliklere bir işaretti. Sahabîlerin bütün gayretlerine rağmen yürümek için yerinden kımıldamayan Kasva, Peygamber Efendimizin şevkiyle kalkıp
yürüyüverdi. Fakat, Kureyşlilere doğru gitmeyip başka tarafa saparak
Hudeybiiye denilen mevkiin nihayetindeki suyu çekilmiş bir kuyunun
başına indi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Müslümanların da
gelip oraya konmasını emir buyurdu.
On Musluklu Çeşme Gibi…
Hudeybiye’de Müslümanların yerleştiği saha susuz bir yerdi. Bu
yüzden o gün susuz kalmışlardı. Bir ara Peygamber Efendimizin abdest ibriğinden abdest almak istediğini görünce koşuştular. Resûli Ekrem, “Ne oluyor, size?..” diye
sordu. “Mahvolduk yâ Resûlallah” dediler, “Yanımızda senin ibriğindeki sudan
başka ne içecek, ne de abdest alacak su var!”
Resûli Ekrem Efendimiz, elini ibriğin üzerine koydu, “Alınız, Bismillah!”
buyurdu. O anda çeşmelerden su akarcasına, mübarek parmaklarının
arasından sular fışkırmaya başladı. Müslümanlar, o sudan doya doya içtiler, abdest aldılar ve su kırbalarını ağızlarına kadar doldurdular. Resûli Kibriya Efendimizin bu mucizesini anlatan Cabir b. Abdullah Hazretlerine sonradan, “Siz, kaç kişiydiniz?” diye sorulunca, şu cevabı vermişti: “Eğer, 100 bin kişi olsaydık, yine kâfi gelecekti! Fakat biz, bin 500 kadar idik.”
İkinci Haber
Resûli Ekrem Efendimiz, ashabıyla Hudeybiye’de bulunurken Huzaa
Kabilesi Reisi Büdeyl İbni Verka, kabilesinden birkaç kişiyle çıkıp
huzura geldi. Tihame kabilelerinden olan Huzaalılar, Câhiliyye devrinde
bir husustan dolayı Peygamberimizin mensup olduğu Benî Haşîm’le ittifak
etmişlerdi. İslâmiyetin zuhurundan sonra da bu anlaşmaya sadâkat
göstererek, Peygamber Efendimize taraftarlık göstermekten geri durmuyorlardı.
Müslüman olsun, müşrik olsun hepsi, Kureyş’in hâl ve hareketlerine dair Mekke’de olup bitenleri Peygamber Efendimize gizlice haber verirlerdi.
Peygamberimizin huzuruna çıkan Büdeyl, “Kureyşliler, seninle çarpışmaya and içmişlerdir. Beytullah’ı ziyaret etmene asla müsaade etmeyeceklerdir.” dedi.
Resûli Ekrem Efendimiz, geliş maksadını tekrarladı: “Biz, buraya herhangi
bir kimseyle çarpışmak için gelmedik! Maksadımız, umre yapmak,
Beytullah’ı tavaf ve ziyaret etmektir! Harbler, Kureyş’i fazlasıyla yıpratmış,
güçsüz hâle getirmiş ve birçok zarara uğratmıştır. Şayet arzu
ederlerse, yine kendilerine bir mütâreke müddeti tâyin edeyim. Bu müddet
zarfında, benden taraf emniyet içinde bulunsunlar. Kendileri, benimle
şâir halklar arasına girmesinler; beni onlarla baş başa bıraksınlar!
Eğer ben o topluluklara galib gelir ve onlar İslâm dinine girerlerse ve
eğer Kureyş müşrikleri de o toplulukların girdikleri dine girmeyi
isterlerse girebilirler. Şayet ben, zannettikleri gibi, diğer topluluklara
galib gelemezsem, o zaman kendileri de rahata kavuşmuş ve kuvvet
kazanmış olurlar. Eğer, Kureyş müşrikleri bunları kabul etmez ve benimle
çarpışmaya kalkışırsa, varlığım kudret elinde olan Allah’a yemin
ederim ki, şu tebliğ ettiğim dinin uğrunda başım gövdemden ayrılıncaya
kadar onlarla çarpışacağım! O zaman Allah da, bana yardım edeceği
hakkındaki va’dini muhakkak yerine getirecektir!'”
Büdeyl, “Ben, senin söylediklerini Kureyşlilere ulaştırırım.” diyerek
Peygamberimizin yanından ayrıldı. Büdeyl, adamlarıyla Mekke’ye dönüp durumu Kureyşlilere bildirmek istediyse de, onlar önce, “Bizim, ondan gelecek bir habere ihtiyacımız yoktur! Onun bilmesini istediğimiz tek şey vardır: Bizden tek kişi sağ
kalıncaya kadar o Mekke’ye giremeyecektir!” dediler.
Sonra büyükleri olan Urve b. Mes’ud araya girdi, “Siz ne diye Büdeyl
ve arkadaşlarını dinlemek istemiyorsunuz? Dinleyiniz! Söyleyeceği şey
hoşunuza giderse kabul edersiniz, hoşunuza gitmezse reddedersiniz!” dedi.
Bunun üzerine Büdeyl’i dinlediler. Büdeyl, Peygamber Efendimizin
geliş maksadını ve yaptığı mütâreke teklifini anlattı.

KUREYŞ ELÇİSİ, PEYGAMBERİMİZİN HUZURUNDA
Kureyş’in ileri gelenlerinden biri olan Urve b. Mes’ud, Büdeyl’in sözlerini
yerinde buldu.
“Doğrusu, Büdeyl size doğruluk ve sulh yolunu göstermek üzere
gelmiştir. Siz, onun tekliflerini kabul ediniz; benim de, gidip onunla
konuşmama, görüşmeme izin veriniz.” dedi.
Kureyş müşrikleri bu sözlerden hoşlanmadılar. “Muhammed’e git!
Fakat, kendi görüşünü gelip bize haber verme.” diyerek Urve’yi bir nevi
azarladılar.
Buna rağmen Urve, çıkıp Peygamberimizin yanına geldi. Müşriklerin
hazırlıklarını, Hudeybiye Suyu başında beklediklerini ve hiçbir kimseyi
Fv/Iekke’ye sokmamaya kararlı olduklarını tekrarladı.
Peygamber Efendimiz, “Ey Urve!.. Allah için söyle: Şu kurbanlık develerin
kurban edilmelerine, şu Beytullah’ı ziyaret ve tavafa engel olunur
mu?” dedikten sonra şöyle konuştu:
“Biz çarpışmak için gelmedik. Niyet ettiğimiz umremizi îfa etmek ve
kurbanlık develerimizi kurban etmek arzusundayız.
“Sen, benim ailem, halkım olan kavmime şunu haber ver: Harb onları
yiyip bitirmiştir. Kendileri, aramızda mütâreke ve savaşmaya ara vermek
için bir müddet tâyin etsinler! Bir de, benimle Beytullah arasından
çekilsinler! Bıraksınlar, umremizi yapalım, kurbanlarımızı keselim! Aksi
takdirde, yemin ederim ki, Allah Teâlâ şu İslâm Dinini yeryüzünde yayacağı
hakkındaki va’dini yerine getirinceye ve benim de başım gövdemden
ayrılıncaya kadar, onlarla çarpışmaktan asla vazgeçmeyeceğim!”436
Urve b. Mes’ud, bir taraftan Peygamberimizle konuşuyor, diğer taraftan
sahabîlerin Resûli Ekrem’e karşı davranış ve hareket tarzlarını göz
ucuyla süzüyordu. Ashabın Peygamberimize karşı son derece hürmetkar
ve kendisine teslimiyet içinde hareket edişlerine hayran kalmıştı. Kureyş müşriklerinin yanına dönünce, Peygamber Efendimizin maksadını bildirdikten sonra, hayranlık duyduğu müşahedelerini anlatmaktan da kendisini alamadı.
“Ey kavmim!..” dedi, “Ben birçok hükümdarın huzuruna elçi olarak
çıkmış bir kimseyim. Vallahi, ben bunlardan hiçbir hükümdarın adamlarının
onları, ashabının Muhammed’e hürmet ettikleri, sayıp sevdikleri
gibi görmedim! Ashabından herhangi biri, ondan izin almadan
konuşmuyordu. Muhammed, onlara bir şey emrettiği zaman yerine getirmek
için âdeta birbirleriyle yarışıyorlardı! Sahabîleri onun yanında
konuşurlarken seslerini alçaltıyorlardı, kendisine olan hürmetlerinden
dolayı yüzüne bile dikkatle bakamıyorlar, gözlerini yere indiriyorlardı.
Ben öyle anladım ki, bu kavim hiçbir zaman onu yalnız bırakmayacak,
onun bir tek kılını bile kimseye teslim etmeyecek, hiçbir kimseyi onun
tenine dokundurmayacaktır! Gerisini siz düşünün!” Sonra da, “O, size bir sulh teklifinde bulunmuştur; gelin, bu teklifi kabul edelim.” dedi.
Urve’nin bu teklifi, Kureyş ileri gelenleri tarafından hoş karşılanmadı;
hattâ, kendisini böyle konuştuğundan dolayı azarladılar. Bu azardan rahatsız
olan Urve, kendilerini terk edip Taif yolunu tuttu.
Peygamberimizin Elçisi
Artık her iki taraf karargâh kurdukları yerde müzakereler yapıyor,
birbirlerine gönderdikleri karşılıklı elçilerle tekliflerde bulunuyorlardı.
Peygamber Efendimiz, geliş maksadını Kureyşlilere bildirmek üzere
Huzaalı Hiraş b. Ümeyye’yi elçi olarak gönderdi. Böylece Hıraş, Resûli
Ekrem’in Kureyş müşriklerine gönderdiği ilk elçi oluyordu.438
Hıraş b. Ümeyye gidip Hz. Resûlullah’ın geliş maksadını anlattiysa da,
müşrikler anlamak istemediler. Kendisine kaba davrandılar, devesini
boğazladılar, hattâ kendisini öldürmeye bile kalkıştılar. Ancak araya Ahabişliler
girince bu hareketlerinden vazgeçtiler. Hıraş b. Ümeyye canını
zor kurtararak Peygamberimizin yanına döndü ve başından geçenleri haber verdi.
Elçisini öldürmeye kalkıştıkları hâlde Resûli Ekrem Efendimiz üzerlerine
yürümedi. Teenniyle hareket etti. Onlardan yeni teklifler bekledi.
Çünkü, onun maksadı kan akıtmak değildi.

KUREYŞ’İN BİR ELÇİSİ DAHA…
Peygamber Efendimizin bütün bu söylenenlere rağmen geri dönmediğini
gören Kureyşliler, bu sefer Ahabişlerin reisi Huleys b. Alkame’yi elçi olarak gönderdiler. Efendimiz uzaktan Huleys’i tanıdı. Ashabına, “Bu gelen, kurbanlık inanç ve saygısı olan bir kavimdendir. Kurbanlık develerin hepsini ona karşı salıveriniz de görsün!” diye buyurdu. Müslümanlar, kurbanlık develerini Huleys’e karşı sürüverdiler ve
“Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk!” diyerek telbiye getirdiler.
Bu ulvî ve masum manzara karşısında Huleys’in gözleri dolu dolu oldu.
“Sübhanallah! Bu muazzam cemaatin, Beytullah’ı tavaf ve ziyaretten
menedilmesi ne kadar çirkin bir harekettir! Kabe’nin Rabbine andolsun
ki, Kureyşliler, bu yanlış tutum ve davranışlarıyla helak olacaklardır!
Hâlbuki bunlar, umre yapmaktan başka bir maksatla gelmemişlerdir!”
diye bağırmaktan kendini alamadı. Peygamber Efendimiz, Huleys’in bu sözlerini uzaktan işitti. “Evet, öyledir ey Benî Kinane’den olan kardeş..” diye buyurdu.
Huleys’in bu masum ve kutsî manzara karşısında söyleyecek başka bir
şeyi yoktu. Resûli Ekrem Efendimize olan hürmetinden dolayı, yanına
gelip konuşmak bile istemedi; doğruca Kureyşlilerin yanına döndü.
Huleys ve Kureyş Müşrikleri
Huleys’in ruh ve kalbini o ulvî manzara öylesine sarmış, kucaklamış
ve yumuşatmıştı ki, müşriklere açıkça şöyle demekten çekinmedi:
“Ben onu (Hz. Peygamber’i) Kabe’yi tavaftan menetmemizin doğru olmayacağı
fikrindeyim!” Ne var ki, Kureyş ileri gelenleri, kendilerinden başka doğru düşünen
kimsenin bulunmadığı fikrinde idiler. Huleys’in bu sözleri karşısında
şaşırdılar, hattâ hiddete geldiler. “Sen nihayet bir çöl Arabisın! Cahilliğin ortada! Sus, bu işlere aklın ermez!” diyerek hakarette bulundular.
Bu sözler Huleys’i fena hâlde kızdırdı. Resûli Ekrem Efendimizi
müdafaa sadedinde çekinmeden, “Beytullah’a hürmet maksadıyla çıkıp
gelen kimseyi ondan nasıl alıkoyabiliriz?
Vallahi, biz sizinle bu hususta bir anlaşma yapmış değiliz! Yemin
ederim ki, ya Muhammed’in yapmak istediğine mâni olunmayacak veya
ben bütün Ahabiş’i tek kişi bile bırakmadan alıp gideceğim!” diye konuştu.
Fakat, bu tehdit bile Kureyş müşriklerini inatlarından vazgeçiremedi. Bin bir yalan ve dolanla tekrar Huleys’i kandırdılar ve ittifaklarının bozulmasına mâni oldular!
İkinci Elçi: Hz. Osman
Elçiler vasıtasıyla görüşmeler devam ediyordu.
Resûli Ekrem Efendimiz ise, bir an evvel kat’î netice elde etmek istiyordu.
Geliş maksadını tekrar Kureyşlilere güzelce anlatmak için bu sefer
Hz. Ömer’i göndermek istedi. Hz. Ömer, “Yâ Resûlallah!.. Kureyş reisleri, benim onlara ne derece şiddetli düşman olduğumu bilirler. Korkarım, bana suikastte bulunurlar!
Mekke’de de kabîlemden hiç kimsem yoktur ki, beni himayesine alsın!
Buna rağmen, muhakkak benim gitmemi istiyorsanız, giderim.” diye konuştu.
Peygamber Efendimiz, hiçbir şey söylemeden sustu.
Bunun üzerine Hz. Ömer, “Bu iş için Osman b. Affan gitse daha münasip
olur. Zîra, onun Mekke’de aşiret ve akrabası çoktur!” diye teklifte bulundu.
Gerçekten de, Mekke’nin eşrafından olan Benî Ümeyye, hep Hz.
Osman’ın amcazadeleri idiler. Resûli Ekrem Efendimiz, Hz. Ömer’in bu teklifini kabul etti. Hz. Osman’ı yanına çağırdı.
“Kureyşlilere git! ‘Biz buraya hiç kimseyle çarpışmak için gelmedik; sâdece
şu Beytullah’ı ziyaret için gelmiş bulunuyoruz. Yanımızdaki kurbanlık
develeri kesip döneceğiz.’ diye söyle. Sonra da onları İslâmiyete
davet et.” diye talimat verdi. Peygamber Efendimiz ayrıca, Mekke’de Müslümanlıklarını gizleyen Müslümanlarla da görüşüp onlara teselli vermesini ve Mekke’nin
yakında fetholunup îmanlarını gizlemeye ihtiyaç kalmayacağını da onlara
haber vermesini, Hz. Osman’a emretti.
Hz. Osman, Kureyş müşriklerinin yanına vardı. Peygamberimizin
geliş maksadını tek tek anlattı. Onları İslâm’a davet etti.
Fakat bu görüşmeden de bir netice alınamadı. Müşriklerin, Hz.
Osman’a da cevapları menfî oldu. “Git, seni gönderene söyle: O, hiçbir
zaman Mekke’ye girip, Kabe’yi tavaf edemeyecektir.”
Hz. Osman’la birlikte ayrıca 10 kadar Muhacir, Resûli Ekrem’in
müsaadesiyle, akrabalarını ziyaret maksadıyla gitmişlerdi. Hz. Osman’la
birlikte onlar da görüştükleri Müslüman akrabalarına Mekke’nin
yakında fethedileceği müjdesini vererek, onları sevindirdiler.
Hz. Osman ‘in, Müsaade Edilmesine Rağmen Kabe ‘yi Tavaf Etmeyişi
Bu arada Kureyş ileri gelenleri, Hz. Osman’a, “Kabe’yi tavaf etmek
istersen, et.” dediler. Hz. Osman, “Hayır!..” dedi, “Resûlullah (s.a.v.) onu tavaf etmedikçe,
ben de etmem!” Kureyşliler bundan rahatsız oldular; hattâ, hiddete gelerek, Hz.
Osman’ı bir müddet yanlarında tutup göz hapsine aldılar.
Fakat bu durum, Peygamber Efendimize, Hz. Osman ve beraberindeki
Muhacir Müslümanların müşrikler tarafından öldürüldükleri tarzında ulaştı.

RIDVAN BÎATI
Resûli Kibriya Efendimiz, Hz. Osman’ın müşrikler tarafından şehid
edildiği haberini duyunca son derece müteessir oldu. Kureyş’in bu
hareketi karşısında üzerlerine yürümekten başka bir çâre kalmıyordu.
“Madem böyle, bu kavimle çarpışmadıkça, buradan kat’îyyen ayrılmayacağız!”
diye buyurdu. Zâten yapılabilecek başka bir şey de kalmış değildi. Sulh tekliflerine
yanaşmadıkları gibi, üstelik elçisini şehid etme cür’etini bile gösterebiliyorlardı.
Ashabına, “Allah Teâlâ, bana bîat yapılmasını emretti!” diye seslendi.
Hâtemû’lEnbiya Efendimiz, Semüre (bîattan sonra “Rıdvan Ağacı”
olarak adlandırılmıştır) Ağacı altında durdu. Müslümanlar da teker
teker, çarpışmaktan yüz çevirmeyeceklerine, Allah ve Resulü yolunda
canlarına feda edinceye kadar savaşacaklarına dair bîat ettiler. Bîattan
tek bir kişi kaçındı: Münafıklardan Cedd b. Kays. Bu bîat, sahabîlere yeni bir cesaret, taze bir heyecan verdi. Yerlerinde âdeta duramaz hâle gelmişlerdi. Bir an evvel ya Kabe’yi tavaf etmek veya müşriklerle çarpışmak istiyorlardı.
Cenâbı Hakk, bu bîatta bulunan Müslümanlardan razı ve memnun
olduğunu Kur’ânı Kerîm’de şöyle beyan eder:
“Andolsun ki Allah, mü’minlerden seninle o ağacın altında bîat
ederlerken—razı olmuştur da kalblerindeki sıdk ve ihlâsı bilerek üzerlerine
kuvvei mânevîyeyi indirmiş ve onları yakın bir fetih (Hayber fethi)
ve alacakları birçok ganimetle mükafatlandırmıştır. Allah, mutlak galibtir,
yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.” Bu sebeple bîata “Rıdvan Bîatı” adı verildi.
Resûli Ekrem Efendimiz de bir hadîslerinde, “Ağaç altında gerçekten
bîat edenlerden hiçbiri Cehennem’e girmeyecektir.” buyurarak, bu
bîatta bulunan Müslümanların faziletini beyan etmişlerdir.
Hz. Osman ‘ın Geri DönüŞü
Bîat haberi Kureyş müşrikleri tarafından duyulunca, üç gün yanlarında
alıkoydukları Hz. Osman’ı serbest bıraktılar.
Hz. Osman derhâl Hz. Resûlullah’ın huzuruna çıkıp geldi; böylece, şehâdetiyle
ilgili haberin asılsız olduğu anlaşıldı.
Fakat, bey’at yapılmış ve tamamlanmıştı.
Sahabîler, Hz. Osman’a, “Herhalde Kabe’yi tavaf etmişsindir!” dediler.
Hz. Osman, “Vallahi, Mekke’de bir yıl kalsaydım ve Resûlullah da
(s.a.v.) Hudeybiye’de otursaydı, o, Kabe’yi tavaf etmedikçe, ben yine tek
başıma onu tavaf etmezdim!” diye karşılık verdi.

Reklam
BU VİDEOYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
Yorum Yap

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Bu konuya henüz bir yorum yapılmadı.