Şekil renkleri

Metin renkleri


Bizi Sosyal Medyada Takip Edin

Kaza Umresi

7 yıl önce
972 izlenme
Favorilerime Ekle
Favorilerimden Çıkar
Lütfen bekleyiniz...
Geniş Ekran Dar Ekran
Reklam 5 saniye sonra kapanacak.
Reklam
Reklamı Geç

Kaza Umresi
(Hicret ‘in 7. senesi Zilkade ayı / Milâdî 628)
Bu tarihten bir sene önce, Peygamber Efendimiz ve Ashab-ı Kiram’in
Kabe’yi ziyaret edip umre yapmalarına, Kureyş müşrikleri mâni
olmuşlar ve imzalanan Hudeybiye Anlaşmasıyla Resûl-i Ekrem ve
Müslümanların bu niyet ve arzularının tahakkuku bir sene sonraya
bırakılmıştı.
Cenâb-ı Hakk’ın yardımıyla, Peygamber Efendimiz, bu bir sene zarfında
birçok muvaffakiyet elde etmişti. Devrin hükümdarlarını
İslâm’dan haberdar etmiş ve onları İslâm’a davette bulunmuştu. Bunlardan
bir kısmı İslâmiyetle müşerref olmuşlardı. Ayrıca Hayber’i
fethederek, hemen hemen Arabistan Yarımadasında bulunan bütün
Yahudileri tesirsiz hâle getirmişti. Yine, İslâmiyetin gittikçe güç
kazandığını, kuvvet elde ettiğini göstermek babında da birçok kabîleye
askerî birlik göndererek onları itaat altına almıştı.
Bütün bunlardan sonra, Kabe’yi ziyaret ve umrenin îfası zamanı
gelmiş bulunuyordu.
Resûl-i Kibriya Efendimiz, Zilkade ayı girince, ashabına umre için
hazırlanmalarını emretti. Bu emre göre, Hudeybiye Seferine katılmış bulunanlardan
hayatta olanların hiçbiri geri kalmayacaktı.
O sırada Medine’ye taşradan gelmiş kimsesiz ve yardıma muhtaç
birçok Müslüman vardı. Efendimize başvurarak, “Yâ Resûlallah!.. Bizim
ne azığımız, ne de bizi doyuracak bir adamımız var.” diyerek durumlarını arzettiler.
Resûl-i Ekrem, ihtiyacı olanlara yardım etmelerini, onlara bakmalarını
Medine halkına duyurdu. Bunun üzerine Ashab-ı Kiram, “Yâ Resûlallah!..”
dediler, “Biz, sadaka olarak neyi verelim? Verecek hiçbir şey bulamıyoruz ki!..”
Resûl-i Zîşan Efendimiz, “Ne olursa… İsterse yarım hurma olsun!” buyurdu.
MEDİNE’DEN AYRILIŞ
Server-i Kâinat Efendimiz, yerine Uveyf b. Azbat’ı vekil bırakıp, umre
için hazırlanmış bulunan iki bin civarındaki Müs-lümanla Medine’den
Mekke’ye, Beytullah’a doğru yola çıktı.Müslümanlar yanlarında 60
kurbanlık deve sürüyorlardı. Peygamber Efendimiz, kendi kurbanlık
devesini bizzat mübarek elleriyle işaretlemişti.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, ayrıca, Kureyş müşrikleri tarafından herhangi
bir saldırı ve karşı koymaya mâruz kalabilirler düşüncesiyle 100 at
ve miğfer, zırh gömlek ve mızrak gibi harb silâhları da almıştı. Hâlbuki,
yapılan anlaşma gereği, beraberinde sâdece yolculuk silâhı sayılan kılıç
olacak ve o da kınına sokulu vaziyette bulunacaktı. Öyle ise va’dinde
hiçbir zaman hulf etmeyen Hz. Resûlullah, neden böyle hareket ediyordu?
Bu husus, sahabîlerin nazarından kaçmadı. Sordular: “Yâ Resûlallah!..
Müşriklerle, sâdece kınına sokulu kılıçla geleceğine dair ahdin
vardı. Hâlbuki, sen silâh taşımaktasın!”
Hz. Fahr-i Âlem, sebebini izah etti: “Biz, bu silâhları Ha-rem’e, Kureyşlilerin
yanına götürmeyeceğiz; fakat her ihtimale karşı yanımızda bulunduracağız!”

Peygamberimizin İhrama Girişi
Müslümanların kalbi heyecan ve sevinçle atıyordu. Muhacirlerin duydukları
sevinç ve heyecan ise tarife sığacak gibi değildi: Yedi sene önce
terk etmek zorunda kaldıkları baba ocağına kavuşacaklar, Kâbe-i
Muazzama’yı ziyaret edeceklerdi! Hepsinden de mühimi, kendilerini
hakir gören, kendilerine olmadık eziyet ve işkencelerde bulunan Kureyş
müşriklerine İslâm’ın izzet, şeref, azamet ve haşmetini göstereceklerdi.
Bu sebeple gönülleri heyecan doluydu!
Zülhuleyfe mevkiine varılınca, Resûl-i Ekrem Efendimiz, Muhammed
b. Mesleme’nin kumandanlık ettiği süvarilerle birlikte silâh yüklerini ve
kurbanlık develeri önden gönderdi ve orada ihrama girdi.
Artık, etraf Allah Resulü ve Müslümanların telbiye sadâlarıyla âdeta sarsılıyordu:
“Lebbeyk, Allahümnne Lebbeyk! Lebbeyke lâ şerike leke Lebbeyk! İnnel
Hamde venni’mete leke ve’l-Mülk! Lâ şerike leke.”
Müşriklerin Korku ve Telâşı
Önden giden Muhammed b. Mesleme komutansındaki 100 atlı birliği
ve beraberinde götürdükleri silâhlar, Merruzzehran mevkiinde müşriklerin
birkaç adamı tarafından görüldü. “Nedir bunlar?..” diye sordular.
Muhammed b. Mesleme, “Resûlullah’ın (a.s.m.) süvarileridir.” dedi ve
devam etti: “Kendileri de inşallah yarın sabah burada olacaklardır!”
İhrama girme yerleri şunlardır: Medinelilerin Zülhuleyfe, Şamlıların
Cuhfe, Iraklıların Zât-ı Irk, Necidlilerin Karn, Yemenlilerinki ise Yelemlem…
Adamlar şaşkına döndüler ve son sür’at yol alarak haberi
Mekke’ye ulaştırdılar. Müşrikleri, bir korku ve telâş sardı. “Muhammed,
üzerimize yürüyor!” diyerek durumdan birbirlerini haberdar ettiler.
Gerçi Hz. Resûlullah, Hendek Harbinden sonra, “Artık, onlar bizim
üzerimize değil, biz onların üzerine yürüyeceğiz!” buyurmuşlardı; ama
bu sefer, o gayeyle tertip edilmiş değildi. Sâdece, anlaşmada da
belirtildiği gibi, Kabe’yi tavaf etmek, umrelerini yapmak maksadıyla yola çıkmışlardı.
Buna rağmen müşrikler fazlasıyla endişeye kapıldılar. Derhâl Resûl-i
Ekrem Efendimize işin gerçek mahiyetini öğrenmek için adamlarını gönderdiler.
Peygamber Efendimiz, Merruzzehran ‘da
Telbiye sadâlarıyla Zülhuleyfe’den ayrılan Peygamber Efendimiz,
Müslümanlarla birlikte Merruzzehran’a geldi. Oradan bütün silâhlan
Batn-ı Ye’cec mevkiine gönderdi. Silâhlan beklemek üzere de Evs b.
Havlî başkanlığında 200 kişiyi vazifelendirdi.
Resûl-i Ekrem, Batn-ı Ye’cec ‘de
Daha sonra Peygamber Efendimiz, ashabıyla yol alarak oradan
Mekke’nin rahatlıkla görüldüğü Batn-ı Ye’cec mevkiine vardı.
Bu sırada Kureyş temsilcileri çıkıp geldi. “Yâ Muhammed!..” dediler,
“Herhalde sana, bizim küçük veya büyük herhangi bir hıyanetimiz,
vefasızlığımız haber verilmiş değildir. Buna rağmen, Harem’e, kavminin
yanına, böyle silâhlı mı gireceksin? Hâlbuki, oraya, yolcu silâhı olan kınlarına
sokulu kılıçlardan başka bir şeyle girmemek şartını kabullenmiştin.”
Peygamber Efendimiz, meseleyi izah etti: “Harem’e kınlarında sokulu
kılıçlardan başka silâhla girecek değiliz! Ben çocukluğumdan beri
hayatımın her safhasında ancak verdiğim sözde durmakla, vefakârlıkla
tanınmış, bilinmişimdir! Fakat, silâhların bana yakın bir yerde bulunmasını
isterim!” Kureyş Baştemsilcisi Mikrez b. Hafs, aynı sözleri tasdik etti: “Senden
beklenen, sana yaraşan da iyilik ve vefakârlıktır!”
Mekke ‘nin Boşaltılması
Durum, temsilciler tarafından sür’atle Kureyşlilere ulaştırıldı. İçlerini
kemiren düşmanlık duygusunun eseri olarak, Müslümanların bu
muhteşem sevinç ve nurânî bayramlarını yakından temâşâ etmemek için,
Kureyşliler, Mekke’yi boşalttılar.

PEYGAMBER EFENDİMİZ, MEKKE’DE
Hz. Resûlullah, müstesna bir ihtişam ve vekarla, devesi Kasva’nın
üzerinde Mekke’ye girdi. Müslümanlar, etrafında tecessüm etmiş nurdan
yıldızları andırıyorlardı. Bu yıldızların arasında Server-i Kâinat Efendimiz,
bir güneş gibi parlıyordu. Tam bir intizam ve haşmet içinde adım
adım Kâbe-i Muazza-ma’ya, Beytullah’a yaklaşıyorlardı. “Lebbeyk Allahümme
Lebbeyk!” nidaları Mekke’nin her tarafına yayılıyor, dağlar,
taşlar bu nurânî sadâya cevap veriyorlardı. Müşrikler ise bu kuydu
yerlerde, dağ başlarında âdeta bu ulvî sadâya kulaklarını tıkamış, bu
haşmetli manzara karşısında gözlerini kapatmışlardı.
Kasva’nın yuları Şâir Abdullah b. Ravaha’nın elindeydi. Hz. Resûlullah’ın önünde gidiyor ve şu şiirini söylüyordu:“Ey kâfir oğulları!.. Resûlullah’ın yolundan çekiliniz! “Rahman olan Allah, onun hak peygamber olduğuna dair â-yetler indirdi.
“Bütün hayır ve iyilik Allah Resulünde ve onun yolundadır.
“En hayırlı, en şerefli ölüm de onun yolunda çarpışarak ölmektir!”
Bu ulvî ve nurânî manzara arasında Resûl-i Ekrem ve Müslümanlar,
telbiyelerle Beytullah’a vardılar. Resûl-i Ekrem, Mescid-i Haram’a
girince, omuz ihramının bir ucunu sağ koltuğunun altından alıp sol
omuzunun üzerine atarak sağ omuzunu açtı ve, “Bugün, kendisini, şu
şirk ehline kuvvetli ve zinde gösterecek olan kahramanları, Allah rahmetiyle
yargılasın, esirgesin!” buyurdu. Sonra, sahabîlere, Kâbe-i Muazzama’yı üç kere koşa koşa ve omuzlarını silke silke tavaf etmelerini emretti Zîra, Kureyş müşrikleri,
“Yanımızdan çıkıp gittikten sonra Muhammed ve ashabı hastalık ve
yoksulluğa uğramıştır!” şeklinde dedikoduda bulunarak, bir nevi kendilerini teselli etmeye çalışıyorlardı. Cenâb-ı Hakk, bütün bu dedikodularını sevgili Resulüne bildirdiği
için, o da Ashab-ı Kiram’a güçlü ve kuvvetli görünmelerini emrediyordu.

Kabe ‘yi Tavaf
Hâtemû’l-Enbiya Efendimiz, Kasva’nın üzerinde idi. Kas-va’nın yuları
ise Abdullah b. Ravaha’nın elindeydi. Sahabîler de sağ omuzlarını açmış,
tavaf için bekliyorlardı.Peygamber Efendimiz, Hacerü’l-Esved’in yanına
vardı ve elindeki değnekle dokunarak onu istilâm etti; sonra da değneği öptü. Ashab-ı Kiram da aynı şeyi yaptı. Ashab-ı Güzin, tavafın ilk üç devresinde, Peygamberimizin emri
gereği, hızlı hızlı ve çalımlı yürüdüler. Üç tavafı böylece tamamladılar.
Abdullah b. Ravaha, hem Kabe’yi tavaf ediyor, hem de şiir söylemeye
devam ediyordu: “O Allah’ın ismiyle başlarım ki, dininden başka gerçek din yoktur
O’nun… “O Allah’ın ismiyle başlarım ki, Muhammed Resulüdür O’nun!..
“Çekilin, ey kâfir oğulları, Resûlullah’ın yolundan!..” Hz. Ömer, bu hareketinden hoşlanmadı: “Ey İbn-i Ravaha!.. Sen, Resûlullah’ın önünde, Allah’ın Ha-rem’inde bu
şiiri söyleyip duracak mısın?” diyerek susmasını istedi.
Hz. Ömer’e şâirine bedel Resûl-i Zîşan Efendimiz, “Ey Ö-mer!.. Ona
mâni olma! Vallahi, onun sözleri, bu Kureyş müşriklerine ok yağdırmaktan
daha çok tesirlidir.” diyerek cevap verdi; sonra da Abdullah b.
Ravaha’ya dönerek, “Devam et, devam et, ey İbn-i Ravaha!..” dedi.
Bunun üzerine Hz. Ömer sustu.
Aradan bir müddet geçtikten sonra Resûl-i Zîşan Efendimiz, Abdullah
b. Ravaha’ya, “Allah’tan başka ilâh ve mâbud yoktur, bir olan O’dur,
va’dini gerçekleştiren O’dur, Bu kuluna nusret veren O’dur, askerlerine
kuvvet veren O’dur, toplanmış bulunan kabîleleri bozguna uğratan da
yalnız O’dur.” mealindeki duayı okumasını emretti.
Ashab-ı Kiram da, Hz. Resûlullah’ın öğrettiği bu duayı hep bir
ağızdan söylemeye başladılar.
Müşriklerin Şaşkınlığı
Yürekleri düşmanlık, hınç ve kıskançlık dolu müşrik ileri gelenleri,
Hz. Resûlullah Efendimizle Ashab-ı Kiram’ı gözetlemek maksadıyla dağ
başlarına çıkmışlardı.Müslümanların, koşa koşa ve omuzlarını silke silke Kâbe-i
Muazzama’yı üç kere tavaf ettiklerini görünce, “Demek, Medine’nin
humması, sıtması onları zaîf düşürmemiş! Baksanıza, yürümeye kanaat
etmeyip, silkine silkine koşuyorlar!” diyerek şaşkınlık ve hayretlerini
izhar etmekten kendilerini alamadılar.
Sa’y Yapılması
Peygamber Efendimiz, Kabe’yi yedi kere tavaf ettikten sonra Makam-ı
İbrahim’de iki rekât tavaf namazı kıldı; daha sonra sa’y yapmak üzere
Safa Tepesine çıktı. Yine, devesi Kasva’nın üzerinde olduğu hâlde, Safa
ile Merve Tepeleri arasında yedi kere sa’y yaptı. Merve’de, sa’y tamamlandıktan
sonra da kurbanların kesilmesine geçildi. Müslümanlar da
Merve’de Hz. Resûlullah’la birlikte kurbanlarını kestiler. Yine, burada,
as-habtan Hıraş b. Ümeyye, Resûl-i Ekrem Efendimizin başını kazıdı. Sahabîler
de başlarını tıraş ettiler.Böylece, Hz. Fahr-i Âlem Efendimizin Hudeybiye Seferinden önce
görmüş olduğu rüya aynen çıkmış oluyordu!
Hz. Bilâl ‘in Ezan Okuması
Umre tamamlandıktan sonra, Hz. Fahr-i Kâinat, Kabe’nin içine girmek istedi. Ancak müşrikler, “Bu, anlaşmamızda yoktu!” diyerek müsaade etmediler.
Öyle vakti girmişti. Kabe’ye girmesine müsaade edilmeyen Resûl-i
Ekrem, Hz. Bilâl’e Kabe’nin üzerine çıkarak öğle ezanını okumasını emretti.
Peygamber Efendimiz ve Müslümanlar, Hz. Bilâl’in yanık sesiyle
okuduğu ezanı huşu ve huzur içinde dinlerken, müşrik ileri gelenleri
tedirgin ve üzgün görünüyorlardı. Her birinin ağzından çeşit çeşit nahoş
lâflar çıkıyordu: Ebû Cehil’in oğlu İkrime, “Allah, Ebû Cehil’e, bu kölenin
söylediğini işittirmemek ihsanında bulunmuştur!” dedi. Müşrik Safvan
b. Ümeyye, “Şükür ki Allah, bunları görmeden babamı aldı, götürdü!” diyerek
tedirginliğini ifade ediyordu. Hâlid b. Esid ise, hâdiseden duyduğu
üzüntüyü, “Şükürler olsun Allah’a ki, babamı öldürdü de, Bilâl’in
Kabe üzerine dikilip bağırdığı bu zamanı görmedi!” diyerek ifade ediyordu.
Bu arada, ezanı işitince hiçbir şey söylemeden yüzünü kapayanlar da görülüyordu.
Onlar kin, düşmanlık ve kıskançlıklarından dolayı böyle çirkin lâflar
ederken, Ashab-ı Kiram ise saf bağlamış, Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın
huzurunda el pençe namaza duruyorlardı. Öğle namazı burada eda edildi.

HZ. MEYMÛNE’NİN PEYGAMBERİMİZE NİKAHLANIŞI
Asıl ismi “Berre” olan Hz. Meymûne, Peygamber Efendimizin amcası
Hz. Abbas’ın hanımı Ümmü’1-Fadl ile Hz. Cafer’in hanımı Esmâ’nın kız
kardeşi idi. Kocasının ölümüyle dul kalmıştı.
Hz. Abbas, Peygamber Efendimizin onu almasını arzu ediyordu. Bu
sebeple Efendimizi her gördüğünde ondan medih ve takdirle
bahsederdi. Son olarak Resûl-i Ekrem Efendimiz, umre için Medine’den
yola çıkıp Cuhfe’ye gelip konduğu sırada, Hz. Abbas gidip orada kendisiyle
buluşmuştu. O arada Efendimize, “Yâ Resûlallah!.. Meymûne bint-i
Haris, dul kaldı. Onu kendine zevceliğe kabul buyursan olmaz mı?” diye
teklifte bulundu. Peygamber Efendimiz de bu teklifi kabul etti.
Resûl-i Ekrem, henüz Mekke’den ayrılmamıştı. Hz. Resü-lullah’ın
kendisine dünür olduğu haberini devesinin üzerinde iken alan Hz.
Meymûne, “Deve de, üzerindeki de Resûlullah’-ındır!” diyerek memnuniyet
ve sevincini izhar edip kendisini Efendimize bağışladı. Hz. Abbas da, bunun üzerine, Peygamberimizden 400 dirhem mehir alan Hz. Meymûne’yi ona nikahladı.

PEYGAMBERİMİZİN, MEKKE’DE BİRAZ DAHA KALMAK İSTEYİŞİ
Peygamber Efendimizin, Hz. Meymûne’yle evlenmesinde Kureyş
müşrikleriyle arasında bulunan gerginliği bir derece yumuşatmak maksadını
güttüğü de söylenebilir. Zîra, bir müddet daha kalıp Kureyşlilerle
konuşma fırsatını elde etmek için bunu vesile kılmak istediğini görüyoruz.
Hudeybiye Muahedesine göre tesbit edilen kalma müddeti üç
gündü. Üç gün dolunca Efendimiz, Kureyş ileri gelenlerine, “İsterseniz,
ailemle evlenme merasimini yapmak üzere burada üç gün daha kalayım
ve tertipleyeceğim düğün ziyafetine sizi de davet edeyim” diye teklifte
bulundu. Fakat, Kureyş ileri gelenleri bunu kabul etmediler. Temsilci
göndererek, Peygamberimizden Mekke’den çıkıp gitmesini istediler.
O sırada Efendimizin yanında Medineli Müslümanların ileri gelenlerinden
Sa’d b. Ubade vardı. Kureyş temsilcilerinin Resûl-i Kibriya
Efendimize sert konuştuklarına tahammül edemedi ve onlardan biri olan
Süheyl b. Amr’a, “Burası ne senin, ne de babanın toprağıdır. Vallahi,
Resûlullah (a.s.m.) buradan ancak anlaşma hükmü gereği kendi rızasıyla
çıkar. Yoksa zorla çıkıp gitmez.” diyerek çıkıştı. Bunun üzerine Kureyş’in iki temsilcisi seslerini kestiler. Peygamber Efendimiz ise, bu manzaraya tebessüm buyurdular.
Mekke ‘de Kalma Müddeti Dolunca! Hudeybiye Anlaşması gereğince, Mekke’de kalma müddeti olarak tâyin edilen üç gün dolmuştu.
Hayatı boyunca düşmanıyla dahi ahdini bozmamış bulunan Hz. Fahr-i
Âlem Efendimiz, gönülden kalmayı arzu ettiği hâlde, ahdine muhalif
düşmemek için Mekke’yi, Kâbe-i Muazza-ma’yı terk etmek zorunda
kalıyordu. Aslında bu bir mânâda uzaklaşmak değil, Mekke’yi fethetme
zamanına günbegün yaklaşmaktı. Bundan sonraki her gün, her saat
Mekke’nin fethini, onunla birlikte gönüllerin fethini de yakınlaştıracaktı.
Bu üç gün zarfında Müslümanlar, Mekke’deki birçok akra-basıyla
görüşme imkânına da kavuşmuşlardı. îman hakikatlerini ve İslâm
ahlâkının güzellik, yücelik, nezaket ve nezahetini dürüst davranışlarıyla
ortaya koyma fırsatını bulmuşlardı. Doğru îslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık
doğruluğu müşriklerin de gözleri önünde nurânî bir manzara hâlinde
sergilemişlerdi. Bunun neticesinde müşrik azılıları hâriç, halktan birçok
kimsenin gönlünde îman ve İslâm’a karşı sıcak bir ilgi, samimî bir istek
uyanmıştı. Âdeta, mekke fethedilmeden evvel, halkından birçoğunun
gönlü fethe hazır hâle gelmişti! “Amca!.. Amca!.. “
Resûl-i Ekrem Efendimiz, ashabıyla Mekke’den ayrıldığı sırada, arkasından
masum bir ses duydu: “Amca!.. Amca!..”
Dönüp baktılar. Sesin sahibi, “Şehidlerin Efendisi” Hz. Hamza’nın biricik
kızı Ümame idi. Mekke’de bulunuyordu. Sesinde bir imdat, bir “Beni
kurtarın bu şirk diyarından!..” ifadesi ve mânâsı vardı! Ve sanki, bütün
Mekke, bir ağız olmuş, “Beni bırakma!” diye bu biricik yavruyla birlikte imdat ditiyordu.
Kalbi şefkat ve merhamet deryasını andıran Resûl-i Ekrem, döndü,
minicik yavrunun elinden tutup Medine’ye beraberinde getirdi.
Peygamberimiz, Şerifte Resûl-i Ekrem Efendimiz, ashabıyla
Mekke’den ayrıldıktan sonra Şerif mevkiinde konakladı. Orada Hz. Meymûne’yle evlendi.

MEDİNE’YE DÖNÜŞ
Peygamber Efendimiz, akşamleyin Şeriften ayrılıp geceleri yola devam
etti. Zilhicce ayı içinde Medine’ye geldi.
Hz. Hamza’nın Kızı Ürname ‘nin Hz. Cafer’e Teslim Edilmesi
Hz. Hamza’nın Selma bint-i Ümeys’ten doğan kızı Ümame, Mekke’ye
getirilince, üzerinde münakaşa çıktı.
Peygamber Efendimiz, Hz. Zeyd b. Harise ile Hz. Hamza’yı birbirine
kardeş yapmıştı. Hz. Zeyd buna istinaden şehâdetin-den sonra Hz.
Hamza’nın çocuklarının velisi ve vasisinin kendisi olduğunu söyledi ve,
“Kardeşimin kızını görüp gözetmeye, ben daha lâyık ve haklıyım!” dedi.
Hz. Cafer bunu duyunca itiraz etti: “Teyze de bir annedir. Zevcem
Esma bint-i Ümeys, Ümame’nin teyzesidir. Bu bakımdan onu görüp gözetmeye
ben daha lâyık ve haklıyım!” Hz. Ali ise, buna kendisinin daha lâyık olduğunu iddia etti. “Amcamın kızını müşriklerin arasından çıkarıp getiren benim.” dedi, “Siz ona,
neseben benim kadar yakın değilsiniz. Onu görüp gözetmeye ben, sizden daha haklı ve lâyıkım!” Meseleyi neticeye bağlamak, Hz. Resûlullah’a kalmıştı:
“Ey Zeyd!.. Sen, Allah’ın ve Resulünün dostusun! Ey Ali, sen de benim
kardeşim ve arkadaşımsın! Ey Cafer, sen de bana yaratılış ve huyca en
çok benzeyensin!” dedikten sonra, kararı şöyle verdi:
“Ey Cafer!.. Ümame’yi görüp gözetmeye, sen daha lâyık ve haklısın;
çünkü, onun teyzesiyle evli bulunuyorsun! Kadın ne teyzesi, ne de halası
üzerine nikahlanıp gelemez!” Hz. Resûlullah bu hükmü verince, Hz. Cafer sevincinden birden ayağa kalktı; Peygamber Efendimizin çevresinde tek ayak üzerinde seke seke
yürümeye başladı. Resûl-i Ekrem, “Ey Cafer!.. Nedir bu yaptığın?..” diye sorunca, Hz.
Cafer izah etti: “Yâ Resûlallah!.. Habeşliler, sevinçlerinden, krallarına böyle yaparlardı. Necâşî de bir kimseden hoşlandı mı kalkıp böyle hareket ederdi!”

Hicretin 7. Senesinin Diğer Mühim Bazı Hadiseleri
Hz. Ömer ‘in Türebe ‘ye Gönderilmesi
Peygamber Efendini, Havazin Kabilesinden dört oymağın, Medine’ye
takriben 10 km. uzaklıkta bulunan Türebe Vadisinde bir araya geldiklerini
haber aldı. Bu oymaklardan biri olan Sa’d b. Bekr Oğullan, Hayber
Yahudilerinin Hicret’in 6. yılında Medine’ye yapacakları baskında
kendilerine yardım edecekleri va’dinde de bulunmuşlardı.
Bunun üzerine Resûli Ekrem Efendimiz, Hicret’in 7. senesi Şaban
ayında Hz. Ömer’i 30 kişilik bir askerî birliğin başına kumandan tâyin
ederek Turebe’ye gönderdi.
Düşman, mücâhidlerin kendilerine doğru gelmekte olduğunu haber
almış ve kaçmıştı. Oraya varan İslâm birliği kimseye rastlayamadı.
Hz. Ömer, emrindeki birlikle buradan ayrılarak Medine yolunu tuttu.
Cedr denilen mevkie geldiklerinde kılavuz, orada bulunan Has’am
Oğullan üzerine yürümesini teklif edince, Hz. Ömer, “Resûlullah (s.a.v.),
onlarla çarpışmamı emretmemiştir!” diye cevap verdi.
Hiçbir çarpışma olmadan Hz. Ömer birliğiyle Medine’ye döndü.
Hz. Ebû Bekir’in Havazinlilere Gönderilmesi
Bir bakıma Hz. Ömer’in Türebe’ye yaptığı seferi tamamlamak mahiyetini
taşıyan bu seferde, Peygamber Efendimiz, yine Şaban ayında, Hz.
Ömer döndükten sonra, Hz. Ebû Bekir’i, Necd bölgesindeki Havazinliler
üzerine yürümek için vazifelendirdi. Beraberindeki askerî birlikle
Havazinlilerin yurduna varan Hz. Ebû Bekir, onlara ansızın bir baskın
düzenledi. Bazılarını öldürdüler, bazılarını da esir aldılar; bir kısım ganîmet
de ele geçirerek Medine’ye geri döndüler.
Eban b. Said b. As ‘m Müslüman Olması
Eban b. Said b. Âs, Peygamber Efendimizin akrabası idi. Soyu, Efendimizle
üçüncü dedesi Abdûlmenaf ta birleşiyordu. Babası Ebû Uhayha, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerindendi. Hudeybiye Seferinden önce idi.
Eban, ticaret maksadıyla Şam’a gitmişti. Orada karşılaştığı bir Hıristiyan
papazına, “Ben Kureyşliyim! İçimizden biri çıktı; Peygamber
olduğunu söylüyor. Senin bu husustaki fikrin nedir?” diye sorar. Papaz, “Onun ismi nedir?” der. Eban, “Muhammed’dir.” cevabını verince, Papaz, “Dur, sana onu tarif
edeyim.” diye söyler ve Resûli Ekrem Efendimizin şekli ve şemalini, sıfatlarını,
babasının, dedesinin soyunu tek tek anlatır. Eban, Peygamberimizin aynen anlattığı gibi olduğunu söyleyince de Papaz, “Öyle ise, vallahi, o önce Araplara, sonra da yeryüzüne hâkim olacaktır! Sen, o sâlih zâta benden selâm söyle!” der.
Bunun üzerine Eban, Mekke’ye gelir ve birtakım araştırma ve soruşturmalardan
sonra Hicret’in 7. yılı başlarında İslâmiyetle şereflenir.
Hz. Ömer’in, Cemile binti Sabit’le Evlenmesi
Hz. Ömerü’l Faruk, Hicret’in 7. yılında, Medineli Müslümanlardan
Sabit b. Aklah’ın kızı Cemile’yle evlendi.
Önceki ismi Asiye olan Cemile Hâtûn, Peygamber Efendimiz hicretle
Medine’ye gelince, ona ilk bîat edip Müslüman olan 10 kadından biri idi.
Hz. Ömer, evlendikten sonra onun ismini beğenmeyip, Cemile diye
değiştirdi. Ancak o, bunu kabul etmek istemedi. Annesinin kendisine
taktığı isimle yâd edilmesini arzu ediyordu. Durumu Peygamber Efendimize iletti. Hz. Resûli Ekrem ona, “Bilmez misin ki, muhakkak, Allah, Ömer’in dili ve kalbi iledir.” dedikten sonra, ‘Senin ismin Cemile’dir!” buyurdu. Hz. Ömerü’l Faruk’un (r.a.) Âsim adındaki oğlu, bu Cemile Hâtun’dan dünyaya gelmiştir.

Reklam
BU VİDEOYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
Yorum Yap

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Bu konuya henüz bir yorum yapılmadı.