Şekil renkleri

Metin renkleri


Bizi Sosyal Medyada Takip Edin

HZ.NUH ALEYHiSSELÂM

7 yıl önce
1.939 izlenme
Favorilerime Ekle
Favorilerimden Çıkar
Lütfen bekleyiniz...
Geniş Ekran Dar Ekran
Reklam 5 saniye sonra kapanacak.
Reklam
Reklamı Geç

HZ.NUH ALEYHiSSELÂM

idris aleyhisselâmın Metûşâlih isminde bir oğlu vardı. Metûşâlih, babası nın bildirdiklerine tamamen uyan kâmil bir mümindi. Meysâha adlı saliha bir hanımla evlendi. Bu evlilikten, ismi, Yemlek ve Lemk şeklinde de bildirilen Lâmek dünyaya geldi. Lâmek; doğumu, çocukluğu, yetişmesi ve gençliğinde, herkesin imrendiği bir hâle sahip ve pek güzel, güçlü, kuvvetli idi. Muhammed aleyhisselâmın mübarek nuru, Âdem aleyhisselâmdan beri temiz anababalardan geçerek ona ulaşmış, şimdi de onun yüzünde parlıyordu. Lâmek, Kaynûş isminde saliha bir hanımla evlendi. Bu evlilikten de Hazreti Nuh dünyaya geldi. Hazreti Nuh, çocuklu ğunda ve gençliğinde, za hirde ve bâtında [görü nüşte ve iç âleminde] çok güzel, pek mükemmel idi. Bütün güzel sıfatları kendinde toplamıştı. fiekl ü şemâil, yani vücut görü nüşü ile huy ve yaradılış bakımından Hazreti Âdem’e çok benzerdi. idris aleyhisselâm, insanlara peygamber olarak gönderilip, onlara doğru yolu gösterdikten sonra, diri olarak göğe kaldırıldı. Bundan sonra ona tâbi olup, yolunda bulunan ve Hazreti Âdem ile Hazreti Nuh arasında, çeşitli zamanlarda geldikleri de bildirilen Ved, Süvâ, Yegûs, Yeûk ve Nesr isimlerindeki kıymetli âlim zatlar Arap Yarımadası’nın çeşitli yerlerine dağılarak, Hazreti idris’in dinini yaymaya çalıştılar. Bu âlimler, çeşitli yerlerde dağınık vaziyette yaşayan insanların yanlarına, ayaklarına kadar giderek, onlara; doğru olan hidayet yolunu anlatıyorlardı. Bunun için bütün gayretlerini sarfediyorlar ve hiçbir fedakârlıktan kaçmıyorlardı. Bu âlimler, ahlâk ve edeplerinin fevkalâde olması, hep Allahü teâlâ dan, kıyâmetten, ahiretten anlatmaları ve dinleyenleri çeken tatlı sohbetleri ile gittikleri her yerde sevilip sayıldılar. Herkes bunları pek çok sevip, anlattıkları na inanıyor, onlara tâbi oluyordu. Nihayet onlar da, birer birer vefat edip, ahirete göçtüler. Sevenleri kedere boğuldu ve kimse onları unutamadı. Putperestliğin yayılması Kavmin içinde bulunan bazı münafıklar, doğ ru iman sahiplerinin, vefat eden âlimlere olan muhabbet ve bağlılıkları nı istismar ettiler. Temiz iman sahibi insanları kandırabilmek için, sanki müminlerden imiş gibi göründüler.

           Onlara yaklaşarak dediler ki:  Bizler, bu kıymetli büyüklerimizin, âlim zatların, vefatlarından bir müddet sonra unutulacağından ve nasihatlerinin tesirinin kaybolacağından ve dolayısıyla, insanların doğru yoldan ayrılacaklarından endişe ediyoruz. En iyisi, biz, bu âlimlerin bulundukları yerlere birer alamet koyup, nişan diksek, hatta, bu âlimlerimizin küçük birer timsallerini yapıp, evlerimizde bulundursak ne kadar güzel olur. Böyle yapınca, hem devamlı hatırlayarak onları unutmamış, hem de nasihatlerine uymuş oluruz. Hep birlik olalım ve bu hususu ihmal etmiyelim. Münafıkların, kıymetli âlimler hakkında gönül alıcı sözlerle müminlere yaklaşmaları, şeytanca maksatlarının o an için anlaşılmasına mâni oluyordu. Onların bu düşüncelerinin arkasında putperestlik illetinin yayılması fikri yatıyordu. Yani münafıklar, insanlığı ebedî felakete, sonsuz azaplara sürükleyecek olan putperestlik, müşriklik zehirini şekerle kaplayıp, yaldızla süsleyerek, tatlı sözlerle insanlara vermek istiyorlardı. Müminlerin ileri gelenleri, böyle bir durumun, ileride ne gibi neticeler hâsıl edeceğini düşünemediklerinden ve işin garibi, bu fikri telkin edenler, müminlerden imiş gibi göründüklerinden, bu işi makul karşıladılar. Zâhirî sebeplere göre, bu hâlin, maksada uygun olduğunu zannettiler. Hatta, şeytanın, insan şekline girerek onlara bu fikri verdiği de rivayet edilmiştir. fiayet bu fikir, idris aleyhisselâma iman etmeyenlerden gelmiş olsaydı, iman sahibi olanlar, durup düşünürler, böyle bir durumun, ilk bakışta faydalı görünse bile, mahzurlarının da bulunabileceğini tahminde geç kalmaz ve buna göre hareket ederlerdi. Lâkin bu fikir, mümin görünen münafıklar tarafından ortaya atıldığı için, hemen hiç kimse karşı çıkmadı. Üstelik herkes tarafından da kabule şayan görüldü. Böylece mü nafıkların sinsi plânları tuttu ve ilk başta maksatlarına uygun bir şekilde işlemeye başladı. Nihayet insanlar, kendilerine doğru yolu gösteren ve nasihatlerde bulunan Ved, Süvâ, Yegûs, Yeûk ve Nesr isimlerindeki o âlim zatların birer suretlerini yaparak, onların daha ziyade bulundukları yerlere diktiler. Bunu, gü yâ o âlimlerin feyzlerinden istifade etmeyi kolaylaştırmak, onları unutmamak için yapmışlardı. Zaman akıp giderken, insanlar, bu suretlerin, daha küçüklerini yapıp evlerinde bulundurmaya başladılar. Böylece, onların feyzlerinden daha çok istifade edeceklerine, nasihat ve vasiyetlerini unutmayıp, onlara tam uyacaklarına inanıyorlardı. Münafıkların, hak dine düşman olanların sinsi plânları, maksatlarına uygun bir şekil almıştı. Nesiller değişip, bunların dikiliş maksatları unutulunca, insanlar zamanla bunlara daha çok tâzim etmeye başladılar. Bu husus, münafıklarca, dine daha çok sarılmaya ve bağlanmaya sebep şeklinde gösteriliyor ve büsbütün yoldan çıkarabilmek için, tahrişeri olanca hızı ile devam ediyordu. Öyle bir hâle geldi ki, insanlar, farz ibadetlerini yaptıktan başka, muayyen zamanlarda o suretlerin etrafında toplanırlar, ziyaret ederler, onlara saygı ve hürmet gösterirlerdi. Mümin olanlar, geç miş âlimlerin yolunda olmak, nasihatlerini hatırlamak perdesi altında, putperestliğe doğru adım adım yaklaştırıldıklarının farkında bile değillerdi. Münafıklar sinsi ve şeytanca hareket ediyorlardı. insanlar, bunların evlerde bulunan küçük suretlerine de tâzim etmeye, onları, geçmiş âlimlerin sohbet ve nasihatlerini hatırlatıcı ve kendilerini kötülüklerden men eden, uyarıcı olarak kabul etmeye başladılar. Uzun yıllar geçip, nesiller değiştikçe, suretlere olan muamele, onların ibadete karıştırılması, önceki müminlerin itikadlarının ve yaptıklarının aksine olarak çok değişti. Bu durum şeytanın ve dine düşmanlıkta ona iş bırakmayan münafıkların çok hoşuna gidiyordu. Çünkü onlar, gitgide maksatlarına ve hedeşerine yaklaşıyorlardı. Zaman ilerledikçe, yeni yetişen nesiller, bu suretlerin yapılış gayesini unuttular. fieytanın, münafıkların vesvese ve aldatmaları ile, inanç ve ibadetlerinde değişiklikler meydana geldi. insanlar, bu dikili taşlarda üstün vasışar bulunduğunu zannetmeye, diğer yapılan ibadetlerden ziyade, bunlara hürmet göstermeye başladılar. Böylece, daha çok sevap kazanacaklarına, Allahü teâlâ katında bunların kendilerine şefaatçi olacağına, dolayısıyla bunlara daha çok hürmet ve tâzim etmenin lazım geldiğine inanmaya başladılar. Daha sonra insanlar, bunlarda, ilâhi kudret bulunduğuna inanmaya, bunları, mânevî olarak gözlerinde daha çok bü yütmeye başladılar. Nihayet, onların ilâh olduğunu zannedip, kendilerine put edindiler ve tapınmaya başladılar. Böylece insanlar putlara tapmaya yö nelmiş, hakiki ve yegâne mâbud olan Allahü teâlâ ya ibadetten yüz çevirir olmuşlardı. Artık, insanlar putlara ibadet ediyorlardı. Böylece yeryüzünde ilk defa putperestlik, putlara ibadet etme başlamış, şeytan ve onun avenesi olan münafıklar, maksatlarına kavuşmuşlardı. insanlar puta tapmaya başlayıp, Allahü teâlâya ibadet ve taatten yüz çevirince, tabiî olarak, gitgide aralarında, zulüm, ahlâksızlık, fitne, fesat ve zorbalık gibi kötülükler arttı ve yayıldı. Kâinatta bulunan her şey, insan aklının idrak edemeyip aciz kaldı ğı, fevkalâde, akıl almaz bir ahenk ve nizam içinde cereyan ederken ve her şey bütün teferruatıyla insanoğlunun hizmetine sunulmuşken, insanlar bunu anlayamıyorlardı. Bütün bu nimetlerden ve her nimetin sahibi olan Allahü teâlâdan gafil idiler. Üstelik Ondan başkasına, putlara ibadet ediyorlar, bu hâlin Allahü teâlâyı gadaba getireceğini, kendilerine azap edeceğini bir türlü akıl edemiyorlardı. Kâinattaki birçok mahlûk, kendilerinde hiç şuur olmadığı hâlde, insanlara hizmet ederken, bu insanlar, ihsan edilmiş olan akıl ve şuurlarını kullanmayarak, Allahü teâlâdan başkasına ibadet ediyorlardı. Hiç kimseye fayda ve zararı olmayan taş parçalarına tapan insanlar, hakiki ve yegâne mâbud olan Allahü teâlâdan yüz çevirip, Ona kulluk etmekten uzaklaştıkça, daha çok bozuldular. Zaten, Onu unutup, başka şeylere ibadet etmeleri, her fenalık ve alçaklığın habercisi olup, en büyük kötülük ve çirkinlikti. Nitekim insanlar günden güne daha da bozularak her türlü fenalık ve ahlâksızlığı işler oldular. Güçlü, kuvvetli olanlar, zayıf ve âciz kimselere zulmederlerdi. Fakirler, garipler, zavallılar, güç ve kuvvet bakımından zayıf olanlar, kötülerin şerlerinden korunabilmek için kaçacak yer ararlardı. Hazreti Nuh’un yetişmesi Zulüm ve haksızlıkların gün geçtikçe biraz daha çirkinleşerek , her gün biraz daha kök saldığı bu kavmin içinde, bunlara hiç benzemeyen birtakım kimseler vardı. Bunlar hiçbir zaman Allahü te âlâdan başkasına ibadet etmeyen ve tevhid dininden ayrılmayan insanlar olup, kavmin azgınlık ve taşkınlıklarına kapılmamış, hakiki iman sahibi temiz müminler idi. Hazreti Nuh’un ailesi de, bunlar arasında idi. Bu müminlerin istisnasız hepsi, Hazreti idris’in bildirdiği dinin esaslarına inanarak, uygun amel eden, takva sahibi salih kimselerdi. Fakat zâlim hükümdarlarından korktukları için, imanlarını gizlerlerdi. Zaten sayıları pek az olup, üçü beşi geçmezdi. Nuh aleyhisselâm, gençliğinde bir müddet çobanlık yaparak, kavminin sürülerini otlattı. Zaman zaman ticaretle meş gul oldu. Her ne kadar, bu vesilelerle, kavminden, inanmayanlar ile teması olduysa da, onları putlara taptıkları için sevmedi. Kavminin başında, Kâbil’in soyundan gelme, Dermesîl veya Dernesîl isminde çok zâlim bir hükümdar vardı. Dermesîl, içki içer, kumar oynar, zamanını oyun ve eğlence ile geçirirdi. Onun zamanında, demir, bakır ve kurşundan muhtelif eşyalar yapılırdı. Dermesîl ve kavmi, baba ve dedelerinin putları olan Ved, Süvâ, Yegûs, Yeûk ve Nesr isimlerindeki putlara ibadet ederlerdi. Demir, bakır ve kurşunu rahat işleyebildikleri için, kendilerine göre muhtelif suretlerde şekiller yaparlar, sonra bu şekil ve heykelleri put kabul edip, onlara ibadet ederlerdi. Böylece muhtelif şekillerde binlerce putları oldu. Her kabilenin ayrı bir putu vardı. Daha sonra Dermesîl, putlar için büyük bir puthane yapılmasını emretti. Her put, pek güzel, kıymetli örtülerle döşenmiş masalara kondu. Ayrıca putlar için, nöbetle vazife yapan hizmetçiler vardı. Hazreti Nuh, onların bu gülünç durumlarını hiç tasvip etmez ve onlardan uzak kalırdı. Aralarına karışmadığı gibi, bayramlarına da iştirak etmezdi. Bu kadar azgın, haddi aşmış, her türlü ahlâksızlık ve kötülüğün yayılıp, yerleşmiş olduğu bu kavme, Allahü teâlâ, Hazreti Nuh’u elli yaşında peygamber olarak gönderdi. Peygamber olduğunu haber vermek ve kendisini müjdelemek üzere, Allahü teâlâ Cebrail aleyhisselâmı Hazreti Nuh’a gönderdi. Cebrail aleyhisselâm, Hazreti Nuh’un yanına gelerek dedi ki:  Esselamü aleyke ey Nuh!  Ve aleykesselam. Kimsiniz?  Ben Cebrail’im. Allahü teâlâ tarafından, peygamberliğini bildirmek için geldim. Allahü teâlâ sana selam ediyor. Seni kavmine peygamber yaptı. Dermesîl ve kavmine git! Onları, Allahü teâlâya iman etmeye, yalnız Ona ibadet ve kullukta bulunmaya davet et! Böylece o zamanda, o beldede yaşayan bütün insanlara peygamber olarak gönderilen Nuh aleyhisselâm, dokuzyüz elli sene, insanları imana çağırıp, Allahü teâlânın emirlerine uymaya davet etti. Hazreti Nuh, peygamber olduğu kendisine bildirildikten sonra, kavmine nasihat etmeye, onları imana davet etmeye baş ladı. Muhammed aleyhisselâm gibi, Hazreti Nuh da peygamberliğinin ilk zamanlarında, gizliden gizliye insanları hak dine davet ediyordu. Yılmadan, gecegündüz, gayret ederek çalıştı. Bir zaman sonra açıktan açığa insanları dine davet etmeye başladı. Kavminin ismi Benî Rasim idi. Onlara dedi ki:  Ey kavmim! Allahü teâlâya ibadet ediniz! ibadet edilecek Ondan başkası yoktur. Eğer Ona iman etmezseniz, kıyamet gününde size büyük bir azabın isabet etmesinden korkuyorum. Ben size Allahü teâlâ nın azabını haber veriyor ve azaptan kurtuluşun çaresini açıklıyorum. Allahü teâlâdan başkasına ibadet etmeyin! Bana muhalefet etmeniz hâlinde, bir gün, dünyada suda boğulmakla, ahirette ise ateş ile, üzerinize elem verici çok şiddetli bir azabın gelmesinden korkuyorum. Nuh aleyhisselâm, insanları bu şekilde Allahü teâlâya iman ve ibadete çağırırken, kavmi, tam bir sefahet içinde idi. içki, kumar, zina, zulüm, haksızlık gibi her türlü ahlâksızlık ve kötülük almış yürümüştü. Hazreti Nuh da, diğer bütün peygamberler gibi, çocukluğunda da, kavminin azgınlık ve taşkınlıklarına, bozuk işlerine kapılmamıştı. Çocukluk ve gençliğinden itibaren salih bir zat ve emin bir kimse olarak tanınmış ve hiç kimse, ondan bir sıkıntı ve rahatsızlık görmemişti. Böyle olunca, onun, tevhid dinine davetinin çok tesirli olması, hemen herkesin onun davetini kolayca ve hemen kabul etmesi îcap ediyordu. Ama böyle olmadı. Bilhassa kavminin ileri gelenleri ona karşı çıktı. Çünkü onun söyledikleri, bu haddi aşmış kimselerin, habis zevklerine gem vuruyor ve bu kötü işlerden vazgeçmelerini emrediyordu. Bunun için Hazreti Nuh’un davetine çok az kimse icabet etmişti. Nuh aleyhisselâm bir bayram gününde kavminin yanına gitti. O günü bayram olarak, babaları, yani o azgın kavimde bulunanların bir kısmının ataları, dedeleri olan Kâbil koymuştu. Onlar kendilerine göre bayram günü geldiğinde, bir yere toplanırlar, putlarını masaların üzerine dikerek, onlara kurban keserlerdi. Putların önünde secdeye kapanarak ibadet ederlerdi. Ayrıca içki içerler ve çalgı çalıp oynarlardı. Kadın erkek karışırlar, hatta hepsi çıplak olarak bir arada bulunur, zina yaparlar, her türlü ahlâksızlık ve rezaleti işlerlerdi. işte böyle bir günde Hazreti Nuh, onların bulunduğu yere vardı. Giderken de; “Allahım! Onlara karşı bana yardım eyle” diye duâ etti. Kendilerine yaklaştığında, yüksek sesle şöyle seslendi:  Ey kavmim! Allahü teâlâ tarafından, size nasihatçi olarak geldim. Sizi, Allahü teâlâya iman ve yalnız Ona ibadet etmeye davet ediyorum. ibadet edilecek Ondan başkası yoktur. Sizi, putlara ibadet etmekten men ediyorum. Allahü teâlâdan korkun, bana itaat edin! Hazreti Nuh böyle söylerken, masaların üzerlerinde bulunan putların hepsi yere devrildi. Hazreti Nuh’un daveti Nuh aleyhisselâmın, kavmini putlara tapmaktan vazgeçmeye çağırması üzerine, kavmin meliki olan Dermesîl, yanında bulunanlara, “Bu da kim” diyerek, alay edici bir tavırla Hazreti Nuh’u sordu. Onlar da dediler ki:  Ey Melik! O, bizim kavmimizden olduğu hâlde, hâli bize uymayan birisidir. ismi Nuh bin Lâ mek’tir. Önceleri akıllı idi. Sonra aklını kaybedip peygamber olduğunu, Allahü teâlâdan kendisine vahiy geldiğini iddia etmeye başladı. O, mecnun, yani delidir. fiu anda cinneti, deliliği fazlalaş mış olduğundan böyle şeyler söylüyor.  Peki neler söylüyor?  O, insanları, bir olan Allahü teâlâya iman etmeye, Ondan başkasına ibadet etmemeye davet ediyor. “ibadet edilecek Ondan başkası yoktur” diyor. Bizi, putlarımıza ibadet etmekten men ediyor. Bu söylenenlere çok kızan Dermesîl, derhal onu, huzuruna getirmelerini emretti. Dermesîl’in adamları, hemen Hazreti Nuh’u yakalayıp, döverek, onun yanına getirdiler. Dermesîl, Hazreti Nuh’a dedi ki:  Yazık sana, demek sen bizim ilâhlarımızı inkâr ediyorsun ha!.. Söyle bakalım sen kimsin? Hazreti Nuh, büyük bir sabır ve tevâzu ile, fakat vekar ve heybet içerisinde buyurdu ki:  Ben Nuh bin Lâ mek’im. Âlemlerin Rabbi olan Allahü teâlânın peygamberiyim. Sizleri, Allahü teâlâya imana davet ediyorum. Onun peygamberi olduğumu tasdik etmeniz ve putlara ibadeti terketmeniz için, nasihat vermek üzere, peygamber olarak gönderildim. Bunun üzerine Dermesîl, Hazreti Nuh’a dedi ki: Ey Nuh! Sen bize, bizim bilmediğimiz şeyleri anlatıyorsun. Böyle olunca, biz senin saçmaladığı nı zannediyoruz. Eğer mecnun isen, seni tedavi edelim. Fakir olduğun için böyle yapıyorsan, sana yardım edelim. Bunun üzerine Hazreti Nuh şöyle cevap verdi:  Ey kavmim! Ben deli değilim ki, siz beni tedavi edesiniz. Ben sizin elinizde bulunanlara muhtaç değilim ki, bana yardım edesiniz. Mülk, kendisinden başka ilâh bulunmayan, her şeye galip ve hâkim olan Allahü te âlânındır. Ben sizden böyle şeyler istemiyorum. Benim sizden istediğim tek şey, Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur) demeniz ve benim, Onun resulü, peygamberi olduğumu tasdik etmenizdir. Hazreti Nuh’un bu sözlerini dinleyen Dermesîl, fena hâlde kızdı ve “Ey Nuh! Bizim âdetlerimize göre bugün bayram olup, adam öldürmek caiz de ğildir. fiayet böyle olmasaydı, seni, pek şiddetli bir şekilde öldürürdük” diyerek kin ve düşmanlı ğını bildirdi. Nuh aleyhisselâma ilk iman eden, Amûre isminde bir hanımdır. Hazreti Nuh bu hanımla evlendi. Bundan Sâm, Hâm ve Yâfes adında üç oğlu ile Hadûre, Nesûre ve Mahbûre isimlerinde üç kızı oldu. Daha sonra evlendiği bir kadından da Kenân isimli bir oğlu oldu. Fakat bu kadın daha sonra, Hazreti Nuh’un dî ninden dönüp, mürted oldu. Yani mümin iken, imandan ayrılıp, imansızlığı seçti ve putperestliğe döndü. Hazreti Nuh, devamlı olarak kavmine, kendilerine peygamber olarak gönderildiğini bildirdi. Onlara; putlara tapmaktan, haksızlıktan, zulüm ve işkenceden, aşağılıktan vazgeç melerini ve içinde bulundukları ahlâksızlıklara son vermelerini söyledi. Allahü teâlâya iman etmelerini ve Onun emirlerine tâbi olmalarını, bunlara riayet etmezlerse, Allahü teâlânın azabının pek şiddetli ve çok çetin oldu ğunu her defasında tekrar tekrar haber verdi. Fakat zulüm ve zorbalı ğa alışmış olan bu gaddar insanlar, buna inanmadılar, kabul etmeyip, karşı geldiler. Nitekim fiuarâ suresinin 105. ayeti kerimesinde mealen buyuruldu ki: “Nuh kavmi, peygamberleri tekzip etti, yalanladı.” Hazreti Nuh, inanmayanları, Allahü tealânın azabı ile korkutunca, bu hâlden en çok, kavmin ileri gelen yönetici durumundaki kimseler rahatsız oluyordu. Çünkü, diğer insanların, kendilerine; “Bu peygamber olduğunu söyleyen zat, bizi şiddetli azap ile korkutuyor. Söyledikleri doğru ise hâlimiz ne olur” demelerinden çekiniyorlardı. Onlara göre bunun çaresi, azap ile korkutandan kurtulmak, onu susturmak, en azından sindirmekti. Bu sebeple Hazreti Nuh’a, en çok kavmin ileri gelenleri karşı çıkıyorlar, pek katı ve sert cevaplar verdikleri gibi, sataşarak eziyet ediyorlardı. Kavmin ileri gelenleri Nuh’a dediler ki:  Biz seni ancak, bizim gibi bir insan olarak görü yoruz. Böyle olunca, senin, ne üstünlüğün ve ne meziyetin var ki, peygamberlik vazifesi ve kendisine tâbi olunması îcap ettiği gibi bir hususiyet sana has kılınmış olsun. Biz, sana uymuş, iman etmiş olanların da, aşağılarımız olduklarını görüyoruz. Senin ve sana tâbi olanların, bizim üzerimize bir faziletiniz, üstünlüğünüz olduğunu görmüyoruz ki, sen peygamber olmaya ehil ve kendisine tâbi olunmaya lâyık ve müstehak olasın. Bilâkis biz, seni, peygamberlik davasında; sana tâbi olanları da, senin sadık olduğunu bilmeleri hususunda yalancılardan zannediyoruz. Aslında, kendileri pek aşağı ve rezil kimseler olan o kâfirlerin; Hazreti Nuh’a iman etmiş olan müminleri aşağı görmelerine sebep, iman nimetinden mahrum olmaları, her şeyin, dünyanın zâhirinden, görünüşünden ibaret olduğunu zannetmeleridir. Çünkü onlar, dünya hayatından sonra gelen ahiret hayatını, sonsuz yaşamayı bilmezler ve inanmazlardı. Onlara göre lezzet ve zevk veren şeyi daha çok olan, en şereşi ve çok üstün idi. Bundan mahrum olanlar da rezil kimseler idi. Onlar, hakiki kıymet ve üstünlüğün, iman etmekte olduğunu, iman nimeti ile şereşenmiş sıradan bir insanın, imandan mahrum olan bir sultandan çok daha kıymetli ve üstün olduğunu anlayamıyorlardı. Nuh aleyhisselâmın kavmi, peygamber olacak zatın, melek veya melik, yani hükümdar olması îcabettiğini düşünüyorlar, bunun aksini kabul etmiyorlardı. Ayrıca, iman eden zayıf kimselerle birlikte olmak istemediklerini bahane ederek, Hazreti Nuh’a dediler ki:  Etrafındaki o aşağı, mal, mevki sahibi olmayan kimseleri kov! O zaman belki biz de sana inanırız. Yoksa onlarla beraber olmayı kendimiz için aşağılık sayarız. Nuh aleyhisselâm, kavminin bu karşı çıkmalarına ve bozuk isteklerine şöyle cevap verdi:  Ey kavmim! Bana haber verin! Eğer ben, Rabbim tarafından, davamın doğru olduğuna açık hüccet ve delil üzere gelmiş isem; O, kendi katından bana nübüvvet, peygamberlik vermiş ise ve bütün bunlar da size gizlenmiş, sizde bunları görecek göz yok ise, istemediğiniz hâlde onu size zorla mı kabul ettireceğim? Ey kavmim! Risaletimi tebliğ ettiğim için, ben sizden mal istemiyorum. Bu yaptığım tebliğ işine karşılık, benim ecrim Allahü teâlâya aittir. Sizin talebinizle müminleri yanımdan kovacak, tard edecek değilim. Zira onlar, kıyamet günü, Rablerine kavuşup mükâfatları nı alacaklar. Allahü teâlâ, onlara mükâfat verdiği gibi, onlara zulmedenlere ve onları terkedenlere, kovanlara da cezalarını elbette verir. Lâkin ben sizi; kıyamet günü Allahü teâlânın huzurunda mertebeleri çok yüksek olan, Allahü teâlâya iman etmiş müminlere, rezillerin de rezilleri demekle küstahlıkta bulunan, böylece cahillik eden bir kavim olarak görüyorum. Ey kavmim! iman edip, bana tâbi olan müminler, bu durumda iken, ben sizin arzunuza uyarak onları yanımdan kovsam, o takdirde, Allahü teâlânın azabından beni kim kurtarır? Benim onları kovmamın, yanımdan uzaklaştırmamın doğru olmadığını düşünmez misiniz? Kavmin ileri gelenleri, Hazreti Nuh’a akıllarına gelen her sözü çekinmeden söylüyor, her hakareti yapıyorlardı. Bunun için, devamlı hücum ediyorlar, kendi kısır akıllarına ve bozuk mantıklarına göre susturmaya, davasından caydırmaya çalışıyorlardı. Onlara göre Nuh aleyhisselâm yanlış yolda idi. Hazreti Nuh’u, anlamak istememelerinin sebebi; gerçekte, kendilerinin bozuk olmalarından ve Hazreti Nuh’un, kendi istekleri doğrultusunda hareket etmeyip, onlara hakiki saadet yolunu göstermesindendi. Kavminin ileri gelenleri Hazreti Nuh’a dediler ki:  Biz, senin, apaçık bir dalalet içinde bulunduğunu görüyoruz. Hazreti Nuh da onlara cevaben şöyle dedi:  Ey kavmim bende dalalet yoktur. Ben, ancak, âlemlerin Rabbi olan Allahü teâlâ tarafından size gönderilmiş bir peygamberim. Rabbimin risalâtını, bana vahyettiklerini, çeşitli vakitlerde size tebliğ ediyorum. Doğruluk ve iyiliğiniz için size nasihat ediyorum. Kendim için dilediğim hayrı, sizin için de dilerim. Allahü teâlâdan bana vahiy geldiği için, sizin bilmediğiniz şeyleri; bana vahyedilen, bildirilen kadar bilirim. Nuh aleyhisselâmın kavminden kâfirlerin ileri gelenleri, diğer insanlara dediler ki: Bu Nuh, ancak sizin gibi bir insandır. Sizin gibi yiyor, içiyor, uyuyor. Böyle birisi, Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş bir peygamber nasıl olabilir? Sizi tevhide davet etmekle, size reis olmak istiyor. Onun maksadı budur. Eğer hakikaten, Allahü te âlâ, kendisinden başkası na ibadet olunmamasını veya bize peygamber göndermeyi dileseydi, meleklerden peygamberler gönderirdi. Biz bunun; tevhid, peygamberlik ve öldükten sonra dirilmeye ait olarak, bizi davet ettiklerinin hiçbirini ataları mızdan duymadık. Bu Nuh ancak deli bir kimsedir. Onun için böyle şeyler söylüyor. Bu sebeple bir zaman onu bekleyin. Ona nezaret edin. Belki ayılır da böyle sözleri söylemeye devam etmez. Hazreti Nuh, kavminden iman etmeyenlerin bu sözlerine dedi ki:  Sizi Allahü teâlânın yasak ettiği küfür ve gü nahlardan sakındırmak ve cehennem azabıyla korkutmak için, Rabbiniz tarafından, içinizden biri vasıtasıyla, size vahiy ve haber gelmesine taaccüp mü ediyorsunuz? fiayet Allahü teâlânın emirlerine itaat ederseniz, ahirette ebedî azaptan kurtulursunuz. Hazreti Nuh, onların bu kadar itiraz etmelerine ve kendini yalanlamaları na karşı, sabrediyor, tebliğ vazifesine devam ediyordu. Onlar istemeseler de, yine gidip, adeta yalvarırcasına nasihat ediyor, dünya ve ahirette felâkete girmemeleri için çok gayret sarfediyordu. Üstelik kavminin kendisine sataşmalarına, “Sadece bizim gibi bir insandır, bizden üstünlüğü yoktur” gibi sözlerine yumuşaklıkla cevap veriyordu. Nuh aleyhisselâm onlara diyordu ki: “ istediğiniz, itiraz etti ğiniz şeylerin hepsinin doğru olmadığını, yanlış olduğunu bildiğiniz hâlde, ısrar eder, hâllerinizin ve sözlerinizin yanlış olduğunu düşünmez, tefekkür etmez misiniz? Ben size, benim yanımda Allahü teâlânın hazineleri vardır demiyorum ki, istediklerinizi vereyim. Ben gaybı bilirim demiyorum ki, size maksadınızı haber vereyim. Size, ben meleğim de demiyorum ki, sizin bana ancak bizim gibi bir insansın diyerek itirazda bulunmanızın bir manası olsun. Sizin hor ve hakîr gördüğünüz fakir müminler hakkında da, Allahü teâlâ, onlara hayır ve mü kâfat vermez de demiyorum. Bilâkis Allahü teâlâ nın onlara dünyada iken verdiği iman ve hidayet nimeti ve ahirette verece ği cennet ve yüksek dereceler; size dünyalık olarak çok mal vermesinden elbette daha hayırlıdır. Onların kalblerinde Allah sevgisinden, güzel ahlâktan ve temiz itikaddan, sıdk ve ihlastan ne bulunduğunu en iyi bilen Allahü teâlâdır. O hâlde ben, Allahü te âlânın hazineleri benim yanımdadır, ben gaybı bilirim ve ben meleğim desem ve sizin arzunuza uyarak, onların bana iman etmelerini kabul etmezsem, onları yanımdan kovarsam ve kendilerine, Allahü teâlâ size, hayır, mükâfat vermez desem, muhakkak ki zâlimlerden olurum.” Nuh kavmi hiç yola gelebilecek gibi değildi. O ne söylese, kavmi inkâr ederdi. Zaman ilerledikçe, onun sözlerine, Allahü teâlâdan bildirdiklerine inanmamaları bir tarafa; karşı çıkmaları, öfke ve kinleri devamlı olarak artıyordu. inkâr ve itirazları, zamanla hakarete ve üzerine hücum etme derecesine geldi. Nuh aleyhisselâm, kavminin yaptıklarına sabrediyor, belki iman ederler ümidiyle, tebliğine devam ediyordu. Gece, onların kapılarını çalıp; “Ey kavmim! Lâ ilâhe illallah deyin” diye yalvarıyordu. Buna karşılık insanlar, Hazreti Nuh’un, Allahü teâlâya iman ve yalnız Ona ibadet etmeye davetine hep karşı çıktılar. Fakat o, yine devam etti. Mecnun, yani deli dediler, o yine devam etti. Hakaret ettiler, yine devam etti. Üzerine hücum ettiler, yine devam etti. Onlara dedi ki: Siz Allahü teâlâdan korkmaz mısınız da, Ondan başkasına ibadet edersiniz? Muhakkak ki ben, Allahü teâlâ tarafından emin olarak size gönderilmiş bir peygamberim. O hâlde Allahü teâlânın azabından korkun, ve O’na ibadet ve size emrettiklerimde bana itaat edin! Sizi Allahü teâlaya davet ettiğim ve nasihatlerde bulunduğum için, sizden bir ücret istemiyorum. Bilâkis benim ecrim Rabbülâlemîn’in katındadır. O hâlde Allahü teâlâdan korkup, emrini size tebliğimde bana itaat edin! Nuh kavmi, iman etmemeye, Hazreti Nuh’a tâbi olmamaya kesin ve kat’î karar vermiş gibi bir hâlde idi. Hazreti Nuh’un anlattıklarını, haber verdiklerini, nasihatlerini hiç kabul etmiyorlar, kendi noksan akıllarına ve bozuk mantıklarına göre ileri sürdükleri sözlerle karşı çıkıyorlardı. Bir defasında, Hazreti Nuh’a o zamana kadar iman etmiş olanları işaret ederek dediler ki:  Sana tâbi olup, iman edenler, mal ve mevki bakımından, aşağı, düşük kimseler iken, biz sana iman eder miyiz? Bu kibirli, kendini beğenmiş kimselerin hepsi; iman eden fakir ve garip kimselerle bir olmaktan kaçınarak, bunu, kendileri için aşağılık saydılar. Hâlbuki, bu düşünce ve hareketlerinden daha büyük alçaklık ve aşağılık olamazdı. Bunu anlayamadıkları için, bir türlü uyanamıyorlardı. Hazreti Nuh onlara şöyle cevap verdi:  Ben onların ihlas ile mi, yoksa dünyadaki rütbelerini yükseltmek, dünya menfaatine kavuşmak için mi bana tâbi olduklarını bilmem. Ben, görünüşe itibar ederim. Onların içlerini Allahü teâlâ bilir. fiayet şuur sahibi olsaydı nız, bunun böyle olduğunu bilirdiniz. Fakat Allahü teâlâ, size, anlayacak şuur vermediğinden ve gözleriniz kör olduğundan, bunu anlayamıyorsunuz. Ben, sizin arzu ve isteklerinize uyarak, bana tâbi olmuş müminleri tardedecek, yanımdan kovacak değilim. Ben; fakir olsun, zengin olsun, mükellef olan insanları, küfür ve günahlardan sakındırmak için gönderilmiş bir peygamberim. Allahü teâlânın azabı ile korkutucuyum. Yoksa sizi razı edebilmek için, bana tâbi olmuş müminleri yanımdan kovucu değilim. Hazreti Nuh’un tehdit edilmesi Hazreti Nuh’un bu kadar nasihat ve yalvarmaları, onların insafa gelip, ona tâbi olmalarına sebep olacağı yerde, bilâkis onların kin ve düşmanlıklarını artı rıyordu. Devamlı yalanladıkları, karşı çıktıkları gibi, büsbütün ileri giderek, onu tehdit edip dediler ki:  Ey Nuh! Eğer bu sözünden vazgeçmezsen, davet işinden ve bizi azap ile korkutmaktan geri durmazsan, muhakkak ki, taşla öldürülenlerden olursun. Böyle sözler söylemek ve ölümle tehdit etmekle, onu, bu ulvî davadan, yani peygamberliğini tebliğ peygamberler tarihi ansiklopedisi 94 NUH ALEYHiSSELÂM vazifesinden caydırmak, vazgeçirmek istiyorlardı. Nuh aleyhisselâm, bu gibi tehdit ve sataşmalarla davasından elbette vazgeçecek, hatta, yavaşlayacak, gerileyecek değildi. O, yine vazifesine devam etti. Zaman akıp giderken, Hazreti Nuh büyük bir sabırla, belki akıllarını kullanırlar, belki uyanırlar da küfür ve isyandan, putlara ibadet etmekten vazgeçerler ümidiyle, hiçbir şeyden çekinmeden gayret ediyor; “Ey kavmim! Lâ ilâhe illallah deyin” diye yalvarıyordu. O, buna devam ettikçe, kavminin hakaretleri de gitgide artı yordu. Onu susturmak, üzmek ve insanlara bir şeyler anlatmasına mâni olmak için, ellerinden geleni yapıyorlardı. Hazreti Nuh, kavminin yanına gelip, onlara bir şeyler söylemek istese, insanlar onu görmemek için, elbiseleriyle yüzlerini, parmaklarıyla da kulaklarını kapatırlar, hakaretlerini bu şekilde gösterirler, bazen daha da ileri giderek, sille tokat üzerine hücum edip, kıyasıya döverlerdi. Kavmin ileri gelenleri, bir taraftan Hazreti Nuh’a hakaret ve hücum ederek, bir taraftan da, iman etmeye meyilli kimselerin arasında dolaşarak, onları tehditten geri kalmazlardı. Kavmin ileri gelenleri, diğerlerine, asıl mâbudlarının, atalarının ibadet edegeldikleri bu putlar olduğunu söylüyorlar; “fiayet bunlar yanlış olsaydı, atalarımız hiç ibadet ederler miydi? Eğer biz bunları terkedersek, atalarımızın yapmış olduklarına karşı çıkmış, onlara hakaret etmiş olmaz mıyız” diyerek, insanların bu hislerini ok şayıp, onları tahrik edici sözler sarfediyorlardı. Bu husus Kur’anı kerimde Nuh suresinin 23. ayeti kerimesinde mealen şöyle bildirilmektedir: “Kavmin ileri gelenleri, hakimiyetleri altındaki kimselere; ilâhlarınıza ibadeti terketmeyin. Hassaten, Ved, Süvâ, Yegûs, Yeûk ve Nesr isimlerindeki ilâhlarınıza ibadeti terketmeyin, dediler.” Müşrikler, Hazreti Nuh’un tebliğ ettiği ve bildirdiği şeyleri kabul etmeyip karşı çıktıkları gibi, Hazreti Nuh’a iman edenlere de zulüm ve eziyette ileri gitmeye başladılar. Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden, zayıf ve güç süz olanlara, müşriklerin, ilk zamanlarda reva gördükleri zulüm ve haksızlık gibi, Nuh kavminin ileri gelen müşrikleri de, müminlere aynı şekilde davranı yorlardı. Fakat onların bu hareketleri, iman etmiş olan herhangi bir mümini imanından döndürmediği gibi, bilâkis, imanlarının ve Hazreti Nuh’a bağlılıkları nın daha da artmasına sebep oluyordu. Hazreti Nuh, her gün kavminin toplu bulundukları, hep birlikte oturdukları yerlere gider, onları, Allahü teâlâya ibadet etmeye davet eder, putlara tapmaktan, günah işlemekten uzak durmalarını söylerdi. Her defasında, kavmi ona hücum eder, bayıltıncaya kadar dövüp, ayaklarından çekerek, mezbelelik yerlere atarlardı. O insanlara nasihat verdikçe, insanlar ona daha çok saldırır, hatta kadınlar ve çocuklar da taş atarlardı. Bazen geçeceği yolların etrafına taş yığarlar, yoldan geçerken onu taşa tutarlardı. Azgınlık ve taşkınlıklarında o kadar ileri giderlerdi ki, taşlarlar ve döverler, artık mutlaka ölmüştür diye bırakırlar, mübarek vücudunu eski bir hasır parçasına sarıp, evine atıverirlerdi. Bundan sonra Cebrail aleyhisselâm gelerek, yaralarını temizler, tedavi eder, Allahü teâlânın izni ile tekrar sıhhate kavuşurdu. iyileşince Allahü te âlâya hamd ve şükreder, iki rekât namaz kılardı. Namazdan sonra; “Ya Rabbî! izzetine yemin ederim ki, onlardan bana gelen bela ve musibetler, benim sabrımı artırmaktan başka bir şey yapmı yor” diye duâ ederdi. Kalkıp, tekrar kavmine varır, nasihat ederdi. Böylece seneler, hatta asırlar geçmesine rağ men, ilk zamanlardaki iman edenlerden başka kimse iman etmiyordu. Bilâkis Hazreti Nuh’a ve ona iman edenlere karşı zulüm ve eziyetleri de gittikçe artıyordu. Bu arada kavmin reisi olan Dermesîl öldü ve yerine oğlu Nevlîn geçti. Nevlîn, babasından daha inançsız, ondan daha azgın ve zâlim idi. Hazreti Nuh, peygamberliğini tebliğe başlayalı dörtyüz sene gibi çok uzun bir zaman geçmişti. Bu zaman zarfında Hazreti Nuh’un kavmini imana daveti ve kavminin karşı çıkması, hep artarak devam etmiş ti. Her defasında, kavmine; “Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. Nuh aleyhisselâm Onun resulü dür” demelerini söylü yordu. Fakat kavmi, bu sözüne karşılık, Hazreti Nuh’un yanına varıp, tokatlıyorlar, dövüyorlar, yüzüne toprak atıyorlardı. Kötü muamelelerine bu şekilde devam ediyorladı. Hazreti Nuh, kavmine nasihat vermek üzere yanlarına gidip geldikçe, onlara, güneşin, ayın ve diğer yıldızların, belirli bir nizam ve istikamet içinde gökyü zünde hareket etmelerini, yerin ve göğün tabakaları nı anlatır, bunların yaratı lışlarındaki hikmetlerden ve faydalardan bahsederdi. Bütün bunların, insanların istifadeleri için yaratıldığını, onların hizmetine sunulduğunu, insanların da Allahü teâlâyı tanımak, Ona ibadet etmek ve ahirette sonsuz yaşamak için yaratıldığını haber verirdi. Fakat bütün bu anlatı lanlardan hisse alıp uyanacakları yerde, bu kavmin azgınlığı ve taşkınlığı gittikçe artıyordu. Nuh aleyhisselâm nasihat ettikçe, onların müşriklikte inat ve ısrarları çoğalıyordu. Her defasında eziyet ve cefa ederlerdi. Nuh aleyhisselâm ne zaman kavmini davet etse, kavmi onu yine öldü diye kanaat getirinceye kadar döverlerdi. Daha sonra Cebrail aleyhisselâm yine gelerek, yaralarını temizleyip tedavi edince, o tekrar nasihat vermek üzere kavminin yanına giderdi. Onlar derlerdi ki:  Yazık sana ey Nuh! Bizim seni o kadar dövmemiz, tahkir etmemiz, aşağılamamız, seni bu davadan vazgeçirmeye yetmedi mi? Sen, Allahü teâlânın peygamberi olduğunu söylüyorsun. fiayet bu sözünde sadık olsa idin, “Her şeyin Rabbidir” dediğin o Allah, seni, bizim eziyet, cefa ve kötü lüklerimizden korurdu. Fakat sen mecnun, deli birisi olduğun için, böyle işlere kalkışıyorsun.

         Hazreti Nuh, onların bu sözlerine şöyle cevap verirdi:  Ey kavmim! Ben mecnun değilim. Ancak siz, bilmiyorsunuz. Babaları nız, dedeleriniz ölüp gittiler. fiimdi onlar yaptıklarına pişman bir vaziyette bulunuyor ve azap çekiyorlar. Siz, ibret alıp aklını zı başınıza toplayarak, putlara tapmaktan vazge çin! Yalnız Allahü teâlâya iman ve sırf Ona ibadet edin! ibadet edilecek Ondan başkası yoktur. Siz dediklerime tâbi olursanız, baba ve dedelerinizin âkıbetine düşmekten kurtulur, dünya ve ahirette saadete erer, rahat ve huzura kavuşursunuz. Bütün bunlara rağmen bu kavmin insanları, şirk ve isyanda o kadar ileri gidiyorlardı ki, Hazreti Nuh’un davetini kabul etmek şöyle dursun, hiç dikkate bile almıyorlardı. Buna rağmen Nuh aleyhisselâm bıkmadan, usanmadan, kavminin bulunduğu yere tekrar tekrar gider, buyururdu ki:  Ey kavmim! Lâ ilâhe illallah. Nuh nebiyyullahi ve resulihî deyiniz! Putlara tapmayı terkediniz! O böyle söylerken, bü tün putların hep birlikte yüzüstü yere düştüğünü gördükleri hâlde, yine inanmaz, şirk ve isyanda ısrar ederlerdi. Bununla da kalmayıp, hemen, hep birden üzerine hücum ederek, şiddetli bir şekilde onu döverlerdi. O mübareğin vücudu yara bere içinde kalır, mübarek ağ zından ve burnundan kan gelirdi. Merhamet hisleri körleşmiş olan bu alçak kimseler, üstelik yaptıkları bu çirkin hareketlerden zevk duyarlardı. Hatta, Hazreti Nuh’un mübarek karnına basarak, “Ey Nuh! işte senin cezan budur” diyerek, bayağılık ve aşağılıklarını göstermekten geri kalmazlardı. Bütün bu eziyet ve sıkıntılara rağmen, Nuh aleyhisselâm kavminin yaptıklarına sabrederdi. Kendisini her dövdüklerinde ve işkence ettiklerinde onlara lânet etmez ve, “Allahım! Kavmimi affet; çünkü onlar bilmiyorlar” derdi. Bu hâl üzere seneler geçip gitti ve kavmin reisi olan Nevlîn de öldü. Yerine kendi ve babası gibi zâlim ve putperest biri olan oğlu Tafredûş geçti. Kavmin ise, imansızlık ve putlara tapmak hususunda, reislerine tam bir bağ lılıkları vardı. Hatta rivayet edilir ki, o kavimden bazı müşrikler yakın, mallarının yarısını, putların hizmetinde kullanılmak üzere ayrılmasını, yarısının da çolukçocukları ile hizmetçilerine verilmesini vasiyet ederlerdi. Bundan başka olarak, Hazreti Nuh’a iman etmemek ve ona tâbi olmamak hususunda çoluk çocuklarından, hizmetçi ve yakınlarından da söz alırlardı. Kavmi, Nuh aleyhisselâma düşmanlıkta o kadar ileri giderlerdi ki, babalar çocuklarına şöyle derlerdi:  Bana bak! Babam beni bundan sakındırdı. Ben de seni sakındırıyorum. Onun, seni babalarımızın dininden, putlarımıza ibadetten caydırmasından, çevirmesinden korkuyorum. Sakın ha sakın, onun söylediklerine kanmayasın! Çünkü o, sihir yapan yalancının biridir. Birgün, kavmin ileri gelen reislerinden birisi, yanında oğlu ile birlikte giderken Hazreti Nuh’a rastladılar. O şahıs oğluna dedi ki:  Oğlum! Bu adama dikkat et! Sözlerine inanma! Bu bir delidir. Bunun üzerine oğlu yerden bir avuç toprak alıp, Hazreti Nuh’un yüzü ne attı. Hazreti Nuh’un mübarek yüzü toprak olduğu gibi, mübarek gözleri de toprak ile doldu.

               Bu hâlden dolayı çok mahzun oldu. Kendilerine iki cihan saadetini bildirmek üzere gönderilen bir büyük peygambere, kavminin bu kadar düşman kesilmesine, ona eziyet ve işkence etmelerine çok üzülen melekler, Allahü teâlaya münacat edip, yalvararak dediler ki:  Ya Rabbi! Sen bunlara karşı ne kadar halimsin. Onlar senin peygamberine karşı bu kadar kötü muamelede bulundukları hâlde, sen onlara, yine de yumuşaklıkla muamele ediyor, azap etmiyorsun. Onlar senin mülkün olan yeryüzünde yürüyorlar, senin verdiğin rızkı yiyorlar. Fakat, senden başkasına, sana ortak koştukları putlarına ibadet ediyorlar. Senin, kendilerine rahmet olarak gönderdiğin peygamberine ise isyan ediyor, üstelik bununla da kalmayıp, ona eza ve cefada ileri gidiyor, çok sıkıntı verdikleri gibi, her zulüm ve işkenceyi de reva görü yorlar. Hazreti Nuh, dörtyüz elli sene kadar uzun bir müddet kavmini imana davet etti ise de, ilk zamanda iman edenlerden başka kimse iman etmedi. Böyle bir kavmin insanlarının, bu daveti kabul edeceklerine artık imkân ve ihtimal yoktu. Nitekim, kavminden birçokları dediler ki:  Ey Nuh! Sen bizimle çok mücadele ettin ve bu mücadelende de çok ileri gittin. Senin bu mücadelen çok uzadı. Eğer sen sözünde, vâdinde sadıklardan isen, bize vâdeyledi ğin azabı getir de görelim. Zira senin mücadele etmenin, nasihat verip durmanın bize bir tesiri yoktur.

                  Onların bu sözleri üzerine, Nuh aleyhisselâm onlara buyurdu ki:  Allahü teâlâ dilerse, hemen veya takdir ettiği daha sonraki bir zamanda azabı size getirir. Ama siz, azaptan kaçmakla Onun azabından kurtulamazsı nız. Ben size nasihat etmek istesem bile, cenabı Hak dalalette kalmanızı dilemiş ise, nasihatim size fayda vermez. Allahü teâlâ sizin Rabbinizdir, sizi yaratan Odur ve siz Ona döndürüleceksiniz. Dönüşünüz Onadır. O, size amelinizin karşılığını verir. Hazreti Nuh’un kavminden ümit kesmesi Nuh aleyhisselâm senelerce kavmini davet etmesine rağmen, kavminin iman etmemesi üzerine, yavaş yavaş ümidini kaybetmeye başladı. Sonunda, Allahü teâlâya şöyle münacatta bulundu: Ya Rabbi! Ben gecegündüz devamlı olarak, kavmimi, taat ve ibadete davet ettim. Benim davetim, ancak onların, iman ve taattan uzaklaşmalarını artırdı. Senin, iman etmeleri sebebiyle onları magfiret etmen için, her ne zaman kendilerini imana davet ettimse, davetimi duymamak için parmaklarıyla kulaklarını tıkadılar. Yüzümü dahî görmemek için, elbiselerini başlarına örttüler. Küfür ve isyanlarında ısrar edip, bana tâbi olmaktan kaçındılar, kibirlendiler. Sonra onları, aşikâre olarak imana davet ettim. Daha sonra da, hem yüksek sesle, hem de her birini ayrı ayrı çağırarak, gizliden gizliye davetime devam ettim. Nuh aleyhisselâm, davetini üç şekilde yürüttü. Önce gizli olarak davete başladı. Bu hâl kavmine pek tesir etmedi. Bundan sonra açıktan açığa davetini sürdürdü. Bu da tesirli olmayınca, davetini her iki şekilde de devam ettirdi. Yani hem gizli, hem de aşikâre olarak insanları imana davet etti. Hazreti Nuh’un, bu münacatı üzerine, Allahü teâlâ, Nuh kavmine kırk sene müddetle yağmur vermedi. Ayrıca, bu müddet içinde, hiçbir kadının çocuğu olmadı. Üstelik bu asi kavmin çocukları, malları ve davarları da helâk olmaya başladı. Nasipleri kesilip, bağbahçe namına ne varsa, hepsi kurudu. fiiddetli bir sıkıntıya ve geçim darlığına düştüler. Ne yapacaklarını bilemediklerinden, çok şaşırmışlardı. Sonunda Hazreti Nuh’a müracaat ettiler. O da kavmine buyurdu ki:  Küfürden, şirkten tevbe edip, Rabbinizden magfiretinizi isteyiniz! Zira, O, şirk ve isyandan tevbe edeni çok magfiret edicidir. Bunu yaparsanız, Allahü teâlâ, ihtiyacınız kadar yağmur yağdırır, çok mal ve evlat ile size imdat eder, size meyveli bostanlar, bağlar, bahçeler verir ve o bostanlarda nehirler akıtır. Size ne oluyor ki, Allahü teâlânın azametine, büyüklüğüne inanmıyorsunuz. ihsanlarını ümit etmiyorsunuz ve Onun azabından korkmuyorsunuz. Hâlbuki, O sizi yaratmıştır. Hem siz, Allahü teâlâ nın yedi kat gökleri, tabaka tabaka nasıl yarattığı nı, dünyada ve diğer göklerde Ay’ı nur kıldığını, Güneş’i, yeryüzünde, gecenin karanlığını giderici ışık kaynağı kıldığını görmez misiniz? Allahü te âlâ, sizin aslınız olan Âdem’i topraktan yarattı. Sonra ölümünüzle yine toprağa iade eder ve kıyamet günü tekrar diriltip yine yerden çıkarır. Allahü teâlâ yeryüzünü, sizin için yatak gibi döşenmiş kıldı. Tâ ki, onda geniş yollar açıp, ihtiyacını za gidersiniz. Nuh aleyhisselâm, kıtlığa uğrayan kavmine, önce ibadet, takva ve taati emrettikten sonra, istigfârı emretti. Nuh aleyhisselâmın bu sözlerine rağ men, kavmi, helâk olmayı seçerek, yine küfürlerinde ısrar ettiler. Hatta Nuh aleyhisselâmı tehdit ettiler. Nuh aleyhisselâm onlara dedi ki:  Ey kavmim! Eğer benim, sizin aranızda bulunmam ve Allahü teâlânın ayetlerini hatırlatarak sizi Hakka davet edip nasihat vermem size ağır geliyorsa, biliniz ki, ben sizin hilenizden Allahü teâlâya tevekkül ettim. Ona gü vendim. Artık siz ve ortaklarınız toplanıp ne yapacağınızı kararlaştırın! Sonra benim helâkime kasdetmeniz gizli olmasın! Yapacağınızı aşikâre olarak yapın! içinizdekileri gizlemeyin! Sizin bana yapacağınız şeylere aldı rış etmem. Daha sonra da bana herhangi bir mühlet de vermeden istediğiniz kötülüğü yapın. Hazreti Nuh, Allahü te âlânın muhafaza ve himayesinde olduğunu bildi ğinden, düşmanlarına hiç ehemmiyet vermediğini göstermek ve onların acizliğini, bir şey yapamayacaklarını meydana çı karmak için şöyle bir teklifte bulundu: Siz, tedbir sahiplerinizi, tedbirlerinizi, ortaklarınızı, yani bu hususta her neyiniz varsa, hepsini bir araya getirin ve bütün imkânlarınızı beni öldürmekte kullanın. Hem hiç bir tedbirinizi de noksan bırakmayın ki, sonunda, bu işi başaramadığınızda da, şu tedbiri de alsaydık demeyesiniz! Hazreti Nuh, onların daveti kabul etmeyip, yüz çevirmelerinin kendisine bir zarar veremeyeceğini de bildirerek buyurdu ki:  Eğer davetimden yüz çevirirseniz, bunun bana bir zararı yoktur. Zira insan iki şeyden korkar. Birincisi, başkalarının zararından, ikincisi de, menfatinin kesilmesi endişesinden. Ben sizin şerrinizden, zarar vermenizden korkmadığımı, Allahü teâlâya tevekkül ettiğimi önceki sözümde de söyledim. fiimdi de, şunu söylüyorum: Sözümü dinlememenizden dolayı bana bir zarar gelmez. Çünkü sizden korkum yok. Bir ücret istemiyorum ki, onu da elden kaçırma endişem olsun. Bunda benim bir telâşım yoktur. Benim ücretim Allahü teâlâya aittir. Siz kabul etseniz de, etmeseniz de, vazifemi yapmış oluyorum ve Allahü teâlâ bana bunu verecek. fiu hâlde siz iman etmezseniz, zarara uğrarsı nız. Yani iman edip etmemeniz hâlinde, bana bir fayda ve zarar yoktur. Hakikat apaçık meydanda iken, Allahü teâlânın emirlerini hatırlatmamdan, sözlerimi ve nasihatlerimi kabulden yüz çevirmeye devam ederseniz, muhakkak helâk olursunuz. Kabulüne mâni olacak hiçbir sebep yokken, haktan yüz çevirirseniz, Allahü teâlâ size azap eder. Çünkü yüz çevirmenizde haklı olduğunuzu iddia edebilmeniz için; sizden, buna sebep olacak, hakkı kabulünüzü gerektirecek ve size ağır gelecek herhangi bir ücret istemedim. Hazreti Nuh’un duâsı Hazreti Nuh’un davet ve nasihatı, kavminin peygamberler tarihi ansiklopedisi 105 NUH ALEYHiSSELÂM nefslerine ağır geldiği için, ona akıl almaz hakaretler ve işkenceler yapmışlardı. Hazreti Nuh onlara buyurmuştu ki:  Bana olan buğzunuz, sizi, eziyet etmeye sevketti. Hâlbuki, ben size, sizin bana yaptığınız kötülükle değil, Allahü teâlâya tevekkül etmekle, yalnız Ona itimat edip güvenmekle karşılık veririm. Sakın ola ki, eziyet vermenizin ve ölümle tehdit etmenizin, beni, insanları Hakka, Allahü teâlâya imana davetten alıkoyacağını zannetmeyiniz! Hazreti Nuh, onların kötü niyetlerinin bulunduğunu haber verip, meydan okudu ve şöyle dedi:  Maksadınızın meydana gelmesini temin edecek, ne kadar çare, yol varsa hepsini toplayın. Kendilerine yakın olmakla, durumunuzun kuvvetli olacağını zannettiğiniz ortaklarınızı kendinize katın. Bu işiniz size tasa olmasın, faaliyetinizi gizli olarak devam ettirip sıkılmayın. Ne yapacaksanız, aşikâre olarak yapın! Bü tün bu hazırlıklardan sonra, yapacağınız kötülüğü bana yöneltin. Bu kötülü ğünüzü icra edeceğinizde, bana mühlet vermeyin ve bütün gücünüzle acele edin. Hazreti Nuh’un bu sözleri, onun, Allahü teâlâya ne derece tevekkül sahibi olduğunu, kavminin hile ve kötü plânlarının kendisine aslâ zarar veremeyeceğini kat’î olarak, açık bir şekilde göstermektedir. Hazreti Nuh, kavminin kendisine yaptığı eziyetlere katlanıyor, iman etmemelerine üzülüyordu. Nihayet Allahü teâlâya şöyle yalvardı:  Ya Rabbî! Kullarının bana yaptığını görüyorsun. Kulların hakkında hayr dilemişsen, onları hidayete erdir. Yoksa sen onlar hakkında hükmedinceye kadar, bana sabır ver. Çünkü sen, hükmedenlerin en hayırlısısın. Bunun üzerine, Hud suresinin 36. ayeti kerimesinde mealen şöyle bildirildi: “Nuh’a vahyolundu ki, kavminden daha evvel iman etmiş olanların dışında hiç kimse iman etmeyecek. O hâlde sen, kavmin seni yalanladıkları için ve sana eza verdikleri için mahzun olma, kederlenme ki, onlardan intikam alma vakti gelmiştir.” Allahü teâlâdan gelen vahiy ile de sabit olmuş, iyice anlaşılmıştı ki, bu kavim ıslah olmayacak ve başka iman eden bulunmayacaktı. Artık ümit de kalmamıştı. Bundan sonra Hazreti Nuh, kavminin helâkı için şöyle duâ etti:  Ya Rabbî! Bu zâlimleri helâk ve azabını ziyade eyle! Ey beni hidayet ve doğru yol üzere gitmek yaratılışı ile terbiye eden Rabbim! Yeryüzünde hareket eden hiçbir kâfiri bı rakma! Eğer sen, onları bırakırsan, kullarını dalalete sürüklerler. Senin vahdaniyetini, bir oldu ğunu tasdik etmiş olan kullarını doğru yoldan ayırır, tevhîdden küfre döndürmek isterler. Hem bundan sonra onların çolukçocuğu olmaz. Olsa bile çocukları facir ve kü fürde pek ileri giden kimseler olurlar. Ey Rabbim! Beni, anamı, babamı mümin olarak evime girenleri, erkek, kadın, bütün müminleri magfiret eyle! Zâlimlerin, kâfirlerin ise ancak helâk ve hüsranlarını arttır. Gemi yapması vahyediliyor Nuh aleyhisselâmın anne ve babası, onun dinine girmiş mümin kimselerdi. Nuh aleyhisselâ duâsı Kur’anı kerimde çeşitli ayetlerde bildirilmiştir. Müminun suresinin 26. ayeti kerimesinde, Hazreti Nuh’un, kavminin iman etmesinden ümit kesince, Allahü teâlâya yönelerek şöyle duâ ettiği bildirilmektedir: “Ey Rabbim! Kavmimden olanlar beni yalanladıkları için vâdettiğin azabı göndermek, onlardan intikamımı almak suretiyle onlara karşı bana yardım et!” fiuara suresinin 117 ve 118. ayeti kerimelerinde mealen buyuruldu ki: “Nuh (aleyhisselâm) duâ edip dedi ki: Ya Rabbî! Gerçekten kavmim beni tekzip etti. Beni yalanladılar. Artık benimle onların arasındaki hükmü sen ver. Beni kurtar.” Hazreti Nuh’un yaptığı bu duâlara melekler, amin dediler. Allahü teâlâ onun duâsını kabul etti. Ona kavminin helâk olma zamanının geldiğini vahyetti ve buyurdu ki:  Nezaretimiz altında ve vahyimiz ile bir gemi yap! Zâlimler hakkında azabın defi için bana duâ eyleme ki, onlar, gark olunmakla, suda boğulmakla hüküm olunmuşlardır. Rivayet olundu ki; Cebrail aleyhisselâm Nuh aleyhisselâma gelerek dedi ki:  Allahü teâlâ sana bir gemi yapmanı emrediyor.  Ben onu nasıl yapabilirim ki?  Allahü teâlâ sana, onu yapmayı kolaylaştırır ve nasıl yapılacağı hususunda yol gösterir. Allahü teâlânın bu emri üzerine Nuh aleyhisselâm, evladı ve kavminden iman edenlerle beraber gemiyi yapmaya başladı. Gemi yapmak için çok ağaca ihtiyaç vardı. Bulundukları yer ise ağaçsızdı. Bu yüzden ağacın bol olduğu bir yerde gemiyi yapmaları icap etti. Bulundukları yerin dışına çı kıp, ağacı çok olan bir mahalli seçtiler ve çalışmaya başladılar. Kavmin ileri gelenleri, oraya gelip, Hazreti Nuh’u bu işle meşgul gö rünce, alaya başladılar:  Neler yapıyorsun ey Nuh, bakıyoruz meslek değiştirdin…  Senin marangozluktan anladığını bilmiyorduk…  Keşke bu işe daha önce başlasaydın. Bu işte peygamberlikten daha başarılısın…  Biz kıtlıktan, kuraklıktan kırılıyoruz. Sen de tutmuş, boğulmamak için gemi yapıyorsun… Bu ve benzeri sözlerle alaylarını sürdürüyorlardı. Onların bu alaylarına karşı Nuh aleyhisselâm diyordu ki:  Gerçi şimdi siz bizimle alay ediyorsunuz, ama Allahü teâlânın azabı size geldiği zaman çok peri şan olacaksınız. Kendisini perişan ve rüsvay edecek azabın kime geleceğini ve ahirette daimî azabın kimin başına geleceğini yakında bileceksiniz. Nuh aleyhisselâmın kavmi, gece olunca, Hazreti Nuh’un yaptığı geminin yanına gelip, yakmak isterler, lâkin hiçbir zarar veremeden geri dönerlerdi. Nuh aleyhisselâma da; “Ey Nuh! Bu da senin sihirlerindendir” diyorlar, iman etmeyi akıllarına bile getirmiyorlardı. Bu kadar açık mucizeleri gördükleri hâlde, küfürlerinde ısrar ediyorlardı. Nuh aleyhisselâm, bir müddet geminin yapımı na devam etti. Kur’anı kerimde, fülk, fülki meşhûn, zâti elvâh ve desir gibi kelimelerle işaret buyurulan, Hazreti Nuh’un gemisinin mahiyeti, eni, boyu, yüksekliği, na yapıldığı, yapılırken hangi malzemenin kullanıldığı hakkında çeşitli rivayetler vardır. Abanoz ağacından yapıldığı söylenen geminin, iki veya dört senede tamamlandığı, üç katlı olduğu rivayeti meş hurdur. Ateş yanarak, kazanı kaynayarak hareket ettiği, yani buharla çalıştığı Kur’anı kerimde açık olarak bildirilmiştir. Nuh aleyhisselâm, yüzyıllar boyunca, kavmini iman ve hidayete davet ettiği hâlde, onların, inanmamakta ısrar etmeleri sebebiyle helâk olmalarının yaklaştığı sırada, son olarak kavmine şöyle söyledi: Ey insanlar! Ben size doğru yolu göstermek için Allahü teâlâ tarafından gö revlendirildim. Bir ömür boyu size nasihat ettim. Dinlemediniz, benimle alay ettiniz, buna rağmen sabır ve tahammül gösterdim. Bana ve bana inananlara eziyet edip, incittiniz. Allahü teâlâ, yeryüzünü zulüm ve küfürden temizleyecek. Geliniz, davetimi kabul ediniz. Cahillik etmeyiniz. Allahü teâlâya itaat ediniz. Ben sizin hayır ve iyili ğinizi istiyorum. Siz bilmiyorsunuz ama, Allahü te âlânın azabı en kısa zamanda büyük bir tufan şeklinde gelecek. Bildirdiklerime inanmayan herkes helâk olacaktır. fiu yaptı ğım gemi, iman edenlerin binip, kurtuluşa ereceği gemidir. Allahü teâlâya iman etmeyen âsiler suda boğulacaktır. Kurtulmayı isteyen iman etsin ve benimle gelsin. Bu, benim, herkesin duymasını istedi ğim son sözümdür. Hazreti Nuh’un son olarak söylediği bu sözlerine de uymayan insanlar, dediler ki:  Ey Nuh! Uzun yıllardan beri, bu sözleri söylü yorsun. fiimdi de kuru bir çöl ortasında büyük bir gemi yaptın. Bizi tufanla korkutuyorsun. Biz sana da, söylediklerine de inanmıyoruz. Tufanın başlaması ve buharlı gemi Nuh aleyhisselâm gemiyi bitirdiğinde, vâdolunan azabın vakti gelmişti. Tufanın alametleri görü lüp, sular yavaş yavaş yükselmeye başladı. Allahü teâlâ, Hazreti Nuh’a vahyedip, her hayvan ve kuştan birer çifti ve kavminden iman edenleri gemiye almasını emretti. Gemiye alınan müminlerin sayısı hakkında değişik rivayetler vardır. ibni Abbas’dan rivayet edildiğine göre; Nuh aleyhisselâm da dahil, gemide 80 kişi bulunuyordu. Nuh aleyhisselâmın son davetini de kavmi kabul etmeyince, sular yükselmeye başladı. Bu hususta Kur’anı kerimde, Hud suresinin 40. ayeti kerimesinde mealen buyuruldu ki: (Nihayet helâk etme emrimizin, azabımızın vakti geldiği, gemi kazanı [Tennûr] kaynadığı zaman, biz Nuh’a emreyledik ki, kendisinden faydalanılan hayvanların her cinsinden erkek ve dişi birer çift hayvanı gemiye koy. Üzerlerine boğulma emri takdir olunanlar hariç âile efradını ve sana iman etmiş olanları gemiye koy. Zaten Nuh’a iman edenler pek az idi.) Âlimler, ayeti kerimede geçen tennûru, gemide suyun toplandığı yer olarak bildirmişler, yani tennûrun geminin kazanı olduğunu haber vermiş ler; “Nuh’un gemisinin, ateş yanarak, kazanı kaynayarak hareket ettiğini, Kur’anı kerim açıkça bildiriyor” buyurmuşlardır. Tufan alametleri başlayınca, Hazreti Nuh, mü minlerden birini, kavmin meliki olan Safredûs’a gönderdi. Gönderilen mümin, tufanın başladığı nı haber verip, meliki imana davet etti. Kral derhal atına atlayıp geminin yanına geldi. Hazreti Nuh’a bu olanları sordu. O da buyurdu ki:  Ey Melik! Bu, daima size söylediğim, sizi korkuttuğum gadabı ilâhidir. Allahü teâlânın azabı dır. işte zâhir oldu. Kral ve diğer müşrikler, hâlâ bu hâli, diğer zamanlarda yağan, şiddetli yağmur olarak zannettiler ve en son daveti de kabul etmediler. Gemiye binecekler hazır olunca, Hazreti Nuh onlara, Besmele ile gemiye binmelerini söyledi. Bütün müminler, o azgın kâfirlerin gözleri önünde, Hazreti Nuh’la beraber gemiye bindiler. Nitekim bu hâl, Hud suresinin 41. ayeti kerimesinde mealen şöyle bildirildi: (Nuh, gemiye bineceklere; “Allahü teâlânın ismiyle girin ki, geminin yürümesi ve durması Allahü teâlânın iradesiyledir. Benim Rabbim, mü minleri magfiret edici ve merhametiyle tufan belasından kurtarıcıdır” dedi.) Nihayet gemiye binecekler bindi. Tufan başlamıştı. Sular yükseliyordu. Hazreti Nuh, geminin gitmesini isteyince, “Bismillah” der, gemi giderdi. Durmasını isteyince de, yine “Bismillah” der ve gemi dururdu. Hazreti Nuh ilk önce, iman etmiş olan Amûre ismindeki bir hanımla evlenmişti. Bundan olan oğulları ve bunların hanımları, yani Hazreti Nuh’un gelinleri de mü min idi. Bunların hepsi gemiye binmişlerdi. ikinci olarak iman etmiş olan Vâile ise, daha sonra, imandan ayrılmış, mürted olmuştu. Hazreti Nuh’un bu kadından do ğan oğlu Kenan da babasına iman etmemişti. Bu Vâile, iman gibi büyük bir devlete, sonra da yüce bir peygambere zevce olmak gibi çok üstün bir şerefe ve saadete kavuşmuş iken, imandan ayrılmış ve nasipsizin biri olmuştu. Mürted olduktan sonra ise, aşağılık ve alçaklığına bir yenisini daha ekleyerek, Hazreti Nuh’a hakaret ve hainlik yapmaya başladı. Hazreti Nuh’a mecnun, deli diyerek, küstahlıkta bulundu ğu gibi, onun gizli sırları nı, kavmin müşrik olan reislerine vermekten de geri kalmıyordu. Tabiî ki, bu kadın gemiye binemedi. Nuh aleyhisselâm sular yükselmeye başladı ğında, oğlu Kenan’ı bir köşede gördü. Babalık ve peygamberlik şefkati ile son bir defa daha, bu asi evlada nasihat etti. iman etmesini söyleyerek buyurdu ki:  Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gemiye bin ki, inananlarla beraber selamete eresin. Kâfirlerle beraber olma! Eğer kâ firlerle beraber olursan helâk olursun.  Ne iman ederim, ne de gemiye binerim. Bir büyük dağa sığınırım. O dağ beni, suda boğulmaktan korur.  Allahü teâlânın iman nasip etmekle rahmet buyurdukları hariç, bugün Allahü teâlânın azabı olan boğulmaktan koruyucu, kurtarıcı yoktur. Nuh aleyhisselâm bundan sonra, Allahü te âlâya nidâ edip dedi ki:  Ya Rabbî! Oğlum Kenan benim ehlimdendir ve senin vâdin elbette haktır. Senin vâdinde de ğişiklik olmaz. Sen beni ve ehlimi suda boğmayacağını vâdetmişsin. Allahü teâlâ buyurdu ki:  Ey Nuh, o senin ehlinden, dininden değildir. Zira o salih olmayan bir amel sahibidir. O hâlde ilmine vâkıf olmadığın bir şeyi benden isteme! fiüphesiz ben, seni, cahillerden olmaktan men ederim. Bunun üzerine Nuh aleyhisselâm derhal şöyle dedi:  Ya Rabbî! ilmim olmayan şeyi senden istemekten, sana sığınırım. Eğer beni magfiret ve bana affınla rahmet etmezsen, ben ziyana düşenlerden olurum. Tefsir âlimlerinin bildirdiklerine göre, Kenan, iman etmiş görünen bir münafık idi. Hazreti Nuh da bunu bilmediğinden, görünüşe göre hüküm verip, onun için niyazda bulundu. Kenan, babasının ısrarına rağmen, gemiye binmeyerek, o güne kadar gizli tuttuğu küfrünü açığa vurmuş oldu. Bu sırada bir dalga gelip, Kenan da di ğer kâfirlerle beraber bo ğulanlardan oldu. Tufan başlamıştı. Gökten âdetâ sel akıyor, yerden de su fışkırıyordu. Hem bu su, başka zamanlarda yağan yağmur suları gibi, tatlı değildi. Tadı acı olup, içenin midesini harap ederdi. Bunun normal bir yağmur değil, azap suyu olduğu, gayet açık ve aşikâr idi. Bu sular her tarafı kapladı. Gemide bulunanların haricinde hiçbir canlı mahluk kalmamak üzere hepsi boğuldu. Suların yükselmesinden, en yüksek dağlar bile su altında kaldı. Bu kadar büyük ve geniş bir su deryasında, dalgaların büyüklüğünü tarif etmek mümkün değildir. Bu tufan esnasında, Hazreti Nuh’un gemisi emniyet ve selamet içinde, rahatça yol alıyordu. Nitekim Hud suresinin 42. ayeti kerimesinde mealen buyuruldu ki: (O gemi, dağlar gibi dalgalar içinde yüzüp onları götürüyordu…) Gemi dağlar gibi dalgalar arasında, bütün dünyayı dolaştı. Her uğradığı yerde, yani şehirler üzerinden geçerken; “Bu şehir filan şehirdir. Tufandan sonra da burada filan şehir kurulacaktır” diye bir ses gelirdi. Mekkei mükerremeye vardıklarında, gemi, Kâbei muazzamanın bulunduğu yerin etrafında, su üzerinde, yedi defa döndü. Böylece Kâbei muazzamayı tavaf etmiş oldular. Tufan sona eriyor Rivayet edildiğine gö re tufan, altı ay devam etti. Nihayet Allahü teâlâ yere ve göğe emredip buyurdu ki:  Ey yer! Suyunu yut ve ey sema suyunu tut, yağdırma! Bu ilâhi emir karşısında su çekildi ve gemi Cudi Dağı üzerinde karar kıldı. Bundan sonra Allahü teâlâ tarafından Hazreti Nuh’a denildi ki:  Ya Nuh! Bizden, selamet ile ve seninle beraber bulunanlardan do ğup, yetişecek mümin ümmetler üzerine birçok bereketler ile gemiden in! Beraberinde bulunanlardan gelecek kâfir ümmetler de vardır ki, biz onları da dünyada bol rızıklarla faydalandıracağız. Sonra ise ahirette onlara, bizden elem verici bir azap verilecektir. Tufan sona erince gemide bulunanlar, emniyet ve selamet içinde gemiden indiler. Yeryüzünde, kendilerinden başka hiç bir canlı sağ kalmadı. Bu dehşetli ve korkunç tufanda, onlar, imanlarının bereketiyle hiçbir sıkıntı ve elem görmediler. Dağlar gibi dalgaların meydana geldiği o korkunç su deryası, Allahü te âlânın emri ile yine çok kı sa bir zamanda kuruyup, yeryüzü yaşamaya müsait hâle geldi.

      Tufandan evvel 40 veya 90 sene süren kıtlık müddetince, müşriklerin çocukları da olmamıştı. Yani tufanda, yeryüzünde hep, âkıl bâliğ olan kimseler vardı. Bunlardan mü min olanlar kurtulup, kâfirler ise, tamamen helâk oldu. Yani tufanda müşriklerin çocukları olmadığından günahsız kimseler helâk olmamıştır. Nuh ve beraberindekiler, Muharrem ayının onuncu (Aşûre) gününde gemiden indiler. Tufandan sağ ve selametle kurtulmalarına, karaya inmelerine şükür olarak, o gün oruç tuttular. Azıklarından ellerinde kalanları topladılar. Hazreti Nuh, buğ day, mercimek, nohut gibi hububattan tatlı pişirdi. Bu tatlıya aşûre tatlısı demek âdet olmuştur. Nuh aleyhisselâmın o gün aşûre tatlısı pişirdiği için, müslümanların, Muharrem ayının onuncu gü nünde aşûre pişirmesi ibadet olmaz. Muhammed aleyhisselâm ve eshabı kiram böyle yapmadı. Aşûre günü, aşûre pişirmeyi ibadet sanmak bid’attir, gü nahtır. Muhammed aleyhisselâmın yaptığı veya emrettiği şeyleri yapmak ibadet olur. Din kitaplarının yazmadığı, ehli sünnet âlimlerinin bildirmediği şeyleri yapmak, bunları ibadet sanmak sevap olmaz, günah olur. O gün, herhangi bir tatlı yapmak, tanıdıklara ziyafet, fakirlere sadaka vermek sünnettir, ibadettir. Nuh aleyhisselâmın peygamberliği 950 sene sürdü. Yaşı kesin bildirilmedi. Kabri şerifinin nerede olduğu ve tufandan sonra ne kadar yaşadığı hakkında muhtelif rivayetler vardır. insanlar, Nuh aleyhisselâmın gemiye binen oğulları ve inananlardan çoğaldılar.

           Zamanla diğer inananlar unutularak Hazreti Nuh’a ikinci Âdem denildi. Hazreti Nuh’un vefatı Hazreti Nuh, tufan son bulduktan, yeryüzünde hayat yeniden başladıktan ve evladı etrafa dağıldıktan sonra vefat etti. Tufandan sonra daha uzun seneler yaşadığı da bildirilmiştir. Nuh aleyhisselâm vefatı yaklaştığı sırada yerine büyük oğlu Sâm’ı vekil bıraktı ve yanına toplanan oğullarına birtakım tavsiyelerde bulundu. Allahü tealaya ibadete devam etmelerini onlara emretti. Ayrıca oğlu Sam’a:  Yavrum, kalbinde zerre miktarı şirk olduğu halde kabre girme! Çünkü Allahü tealanın katında müşrik olarak gelen kimse için bir mazeret, özür yoktur. Yavrum, kalbinde zerre miktarı kibir bulunduğu halde kabre girme! Çünkü kibriya, büyüklük Allahü tealaya mahsustur. Büyüklük taslayan kimseye azab eder. Yavrum, kalbinde zerre miktarı rahmetten ümit kesmiş olarak kabre girme! Çünkü dalalete, küfre düşmüş kimseden başkası Allahü tealanın rahmetinden ümid kesmez. Sana vasiyetimi söylüyorum. Sana iki şeyi emrediyor, iki şeyden nehy ediyorum. Sana Kelimei tevhidi emrediyorum. Çünkü yedi kat sema ve yedi kat yer terazinin bir kefesine ve La ilahe illallah kelimesi de diğer kefeye konsa bu kelime onlardan ağır gelir. Eğer yedi kat sema ve yedi kat yer uçsuz bucaksız bir çenber olsalar La ilahe illallah ve Sübhanallahi ve bihamdihi kelimeleri onları kırar. Çünkü bunlar her şeyin düasıdır ve halk bunlarla rızıklanır. Seni şirkten ve kibirden nehy ediyorum. Gücün yeterse kalbinde şirkten ve kibirden bir şey bulundurmamaya çalış. Hazreti Nuh’un vefatı yaklaştığında, Cebrail ve Azrail aleyhimesselam birlikte geldiler. Azrail aleyhisselâm buyurdu ki:  Ey uzun ömürlü peygamber! Ömür olarak bu kadar hayat sürdün. Çok günler geçirdin. Sıkıntı ve meşakkat diyarı olan bu fâni âlemi nasıl buldun? Hazreti Nuh da şöyle cevap verdi:  iki kapısı olan bir kervansaray gibi buldum. Bu kapının birinden içeri girdim. Diğerinden çıkıp gidiyorum. Ancak içeride az bir miktar kaldım. Bundan sonra vefat edip, Kudüs’te Beyti Makdis civarına defnedildi. Bu hususta başka rivayetler de vardır. Rivayete göre Havariler, isa aleyhisselâma dediler ki:  Ey Allahın peygamberi! Allahü teâlâ sana, ölüleri diriltmek mucizesini verdi. Nuh aleyhisselâ mın gemisini görmüş, bize ondan bahsedecek birisini diriltseydin ne iyi olurdu. Bunun üzerine isa aleyhisselâm, onları, bir kum tepeciğinin yanına götürdü. Oradan bir avuç toprak alıp, havarilerine sordu:  Buranın ne olduğunu bilir misiniz? Onlar da dediler ki:  Allahü teâlâ ve peygamberi daha iyi bilir. O zaman isa aleyhisselâm, “Burada Hazreti Nuh’un oğlu Sam vardır” deyip, elindeki asası ile toprağa vurdu ve buyurdu ki:  Allahü teâlânın izni ile kalk! O böyle söyler söylemez, orası açıldı ve Sam, mezardan çıktı. Hazreti isa ona buyurdu ki: Nuh aleyhisselâmın gemisinden bahset, haber ver! Sam da şöyle anlattı:  Gemi üç katlı idi. Birinci katta evcil ve vahşî hayvanlar, ikinci katta kuşlar, üçüncü katta da müminler vardı… Allahü teâlâ, birbirine hasım olan hayvanlara dostluk verdi. Böylece birbirlerine zararları dokunmadı. Bu şekilde suâl ve cevaplardan sonra, Hazreti isa buyurdu ki:  Allahü teâlânın izniyle geri dön! Bunun üzerine Sam da tekrar vefat edip, toprağa girdi. Allahü teâlâ katında Hazreti Nuh’un derecesi o kadar yüksek idi ki, onun gadaplanması ile; gökler, yer ve hava gadaba geldi. Bu, öyle bir gadablanma idi ki, yeryüzünde de ğişikliğe uğraması icabeden ne kadar yer varsa, değişikliğe uğrayıncaya ve yeryüzünde kâfirler kalmayıncaya kadar dinmedi. Hazreti Nuh’un yüksekliği, üstünlüğü buradan da anlaşılmaktadır. Medeniyetin yeniden kurulması Tufan bitip, Nuh gemisindeki seksen kişi dışarı çıkınca, bir kasaba kurup, (MedinetüsSemanin = Seksenler şehri) ismini verdiler. Sonra çoğalınca, Babil diyarına varıp, orada da şehir kurdular. Nü fusları zamanla artıp, yüzbini buldu. Hepsi müslü man idiler. Nitekim Yunus suresinin 73. ayeti kerimesinde mealen buyuruldu ki: “Biz Nuh’a ve gemide onunla birlikte bulunan kimselere, selamet, kurtuluş verdik ve onları yeryüzünde halifeler kıldık. Onları suların içinde bo ğulup gidenlerin yerleri ne kaim eyledik. Bizim ayetlerimizi yalanlayanları da tufanla suda boğ duk. fiu hâlde ey Habibim! Bir bak ki, kendilerine gönderdiğimiz peygamberler, Allahü teâlâ nın azabıyla korkuttuğu hâlde, iman etmeyenlerin hâli nice oldu.” Hazreti Nuh’un evladı zamanla daha da çoğalarak yeryüzünün her tarafı na dağıldı. Diğer insanlar bunlardan çoğaldı. Bunun için Hazreti Nuh’a, insanoğlunun ikinci babası ve ikinci Âdem de denilmiştir. Hazreti Nuh’un üç evladı vardı. Sâm, Hazreti Nuh’un büyük oğlu olup, akıl ve fazilette, salih bir zat olmakla, kardeşlerinden üstündü. Yüksek babasındaki nurlardan, gizli marifetlerden pek çok istifade etmiş, çok şeylere kavuş muş idi. Babasından sonra bütün müslümanlara halife oldu. Hazreti Nuh’un hayır duâlarına mazhar olmuştu. Bu fazileti sebebiyle, birçok peygamber ve başka üstünlük, şeref sahibi pek çok kimse, onun temiz neslinden gelmiştir. Keldanîler, Asurîler, Süryanîler, Finikeliler, ibranîler ve Araplar onun soyundandır. Hazreti Nuh, vefatı yaklaştığında, oğlu Sâm’ı yanına çağırıp şöyle söyledi:  Oğlum, sana iki şeyi tavsiye ediyor ve seni iki şeyden de men ediyorum. Sana yasak ettiğim iki şey; Allahü teâlâya şirk koşmak ve kibirdir. Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez. Sana tavsiye edece ğim iki şey de şudur ki, bunlar; Allahü teâlâya yö nelmeyi arttırır. Bunlardan birisi, Lâ ilâhe illallah diğeri ise Sübhânallahdır. Çünkü Sübhânallah, mahlûkâtın duâsıdır. Onlar bununla rızıklanırlar. Hâm, Hazreti Nuh’un diğer oğlu olup, Hindistan, Habeş ve Afrika halkı, soy itibariyle buna bağlı dır. Yâfes de Hazreti Nuh’un oğullarındandır. Çin, Rus, Slav ve Türkler bunun soyundandır. Yâ fes beşyüz yaşında iken suda boğuldu. Neslinden gelenler Asya’nın ortalarında yerleşti. Doğu Asya’ya ve o zaman mevcut olan karayolları ile Okyanus adalarına yayıldılar. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra, insanlar, Hazreti Nuh’un dinini ve nasihatlerini unutarak, yıldızlara, güneşe, heykellere tapınmaya başladılar. Nitekim Yunus suresinin 74. ayeti kerimesinde mealen buyuruldu ki: “Nuh’dan sonra kavimlere peygamberler gönderdik. O peygamberler kavimlerine, peygamberlikleri ispat eden açık mucizeler getirdiler. Fakat, o kavimler evvelce yalanlamış oldukları şeylere, yine, iman etmediler. işte bunlar gibi haktan bâtıla koşan, haddi aşmış olanların kalbleri üzerine böylece mühür basarız.” Nuh aleyhisselâm dokuzyüzelli sene peygamberlik yapmıştır. Nitekim Ankebût suresinin 14 ve 15. ayeti kerimelerinde mealen buyuruldu ki: “Biz Nuh’u, onları imana davet etsin diye kavmine peygamber olarak gönderdik. O, kavminin arasında dokuzyüzelli sene kaldı. Nihayet davetinin tesiri olmayınca, onlar zulümde devam edip dururlarken, kendilerini tufan yakalayıverdi. Nuh’a ve gemide onunla beraber olan mü minlere tufandan kurtuluş verdik ve onu, gemiyi ve tufan hadisesini âlemlere ibret kıldık.” Nuh aleyhisselâmın ümmeti arasında dokuzyüzelli sene kaldığının bildirilmesindeki hikmet ve faydayı şöyle anlatıyorlar: “Kureyş kâfirlerinin islâma girmemesi ve müş riklikte ısrar etmeleri sebebiyle, Resulullah efendimiz çok üzülüyordu. Bu sebeple Allahü teâlâ sevgili Habibini teselli buyurarak, Nuh aleyhisselâ mın kavmi arasında 950 sene kaldığını, onları hak dine davet ettiği hâlde, pek az kimsenin ona inandığını, buna rağmen onun sabrettiğini bildirdi. Muhammed aleyhisselâmın ise, Hazreti Nuh’a göre kavmi arasında daha az kaldığını; iman edenlerin ise daha çok olduğunu, bu bakımdan Onun sabretmeye daha layık olduğunu bildirerek teselli buyurdu. Yine bu ayeti kerimede; “… onlar zulme devam edip dururlarken, kendilerini tufan yakalayıverdi” buyurdu. Burada bir incelik vardır. Allahü teâlâ sadece zulümden dolayı azap etmez. Böyle olsa idi, önceleri zulmedip, sonra tevbe edene de azap ederdi. Fakat durum böyle değildir. Allahü teâlâ, ancak, zülümde ısrar edildiği zaman azap eder. Nitekim Allahü teâlâ, onları, zulme devam ettikleri için helak etti. Yoksa zulmü terketselerdi, Allahü teâlâ onları helak etmezdi. fiüphesiz ki her peygamber, ümmetine, Allahü teâlânın bir nimeti ve rahmetidir. Bu nimetin şükrünü, iman ederek yerine getirmeyenler, küfrânı nimette bulunanlar helak olmuşlardır. Zira kavuştu ğu nimetin kıymetini bilmeyenler, daima felakete mâruz kalmışlardır.” Kur’anı kerimin bu beyanatı, Peygamber efendimize bir teselli ve inkârcılar için de küfürden sakındırma ve bir tehdittir. Nuh kavminin, inananlara yaptıkları işkenceler, tarih boyunca, bütün inananlara uygulanmıştır. Nitekim şiddetli rüzgâr ile helak edilen Âd kavmi, sayha, şiddetli ses ve gü rültü ile helak edilen Semûd kavmi, Hazreti ibrahim’in kavmi olan Keldanîler, Lût kavmi, eshabı Ress, eshabı Medyen, eshabı Eyke ve Kavmi Tübba gibi nice kavimlere peygamberleri hüccet ve apaçık mucizelerle geldiler. Fakat bunlar inanmadılar, alay ettiler ve inananlara da işkence ettiler. Hazreti Nuh’un hilyesi, görünüşü Hazreti Nuh, Allahü te âlânın korkusuyla çok ağ layıp, gözyaşı döktüğü için Nuh denilmiştir. Nuh aleyhisselâm Hazreti Âdem’e çok benzerdi. Buğday tenli, iri yapılı, iri peygamberler tarihi ansiklopedisi 124 NUH ALEYHiSSELÂM gözlü, uzunca boylu, geniş omuzlu olup, kolları ve baldırları ince ve kalın değildi. Her şeyin yaratıcı sı olan yüce Rabbimiz, onun mübarek teninin rengini, hâlis gümüş misali, beyaz halketmişti. Mübarek başı büyükçe ve pek güzel idi. Sakalları uzunca idi. Gayet şiddetli ve gadablı idi. Bununla beraber çok kerîm, sabırlı ve yumuşak huylu olup, çok şükredici idi. Nitekim isra suresi 3. ayetinde mealen buyuruldu ki: “Ey Nuh ile beraber gemiye yüklediğimiz kimselerin zürriyeti! Doğ rusu Nuh, çok şükredici bir kul idi.” Hazreti Nuh’a inanmayıp ahirette sonsuz azaba duçar olan; dünyada ise suda boğularak helâk edilen kavmin, bu duruma gelmesine sebep olan hâlleri, kısaca şöyledir: Her müminin bundan ibret alıp sakınması ve onların âkıbetine düş mekten korkup, titremesi lazımdır. O kavimde, Hazreti Nuh’a tâbi olanların dışındaki herkes, imansız olup, Allahü teâlâya ve gönderdiği Nuh aleyhisselâma inanmıyordu. Onların kâ fir oldukları, Kur’anı kerimde zikrolunmaktadır. Bunlar putlara tapıyor, başkalarını da putlara tapmaya teşvik ediyorlardı. Putlara tapmak, müş riklik olup, bu da küfrün bir çeşididir. Yine iman edenlerden başka, herkes zındık idi. Onlar ahiret gününü, öldükten sonra tekrar dirilmeyi, haşrı ve neşri inkâr ederlerdi. Bu azgın kavim Hazreti Nuh’un bildirdiği tevhid itikadına, dalalet dediler. Kıyamet günü ile korkutmasına ise, apaçık bir sapıklık, dediler. Onların bu sözleri, kıyamet gününü yalanladıklarını göstermektedir. Hâlbuki, Allahü teâlânın bütün peygamberleri, başta, Allahü te âlâya ve ahiret gününe iman etmeyi bildirmişlerdir. Ümmetlerinden ilk olarak bunu tasdik etmelerini istemişlerdir. Allahü teâlâ tarafından kendilerine peygamber olarak gönderilen Hazreti Nuh’a tâbi olmayıp, bunu kendileri için aşağılık saydılar. O yüce peygamberi, kendileri gibi alelâde bir insan olarak gördüler. Peygamber olarak gönderilen zatın, kendilerinden apayrı cinsten biri olması, mesela bir melek olması lazım geldiğini zannettiler. Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiği bir hadisi kudside; Allahü teâlâ buyurdu ki: “Âdemoğlu yalanlamaması lazım geldiği hâlde, beni yalanladı. fietmetmemesi lazım geldiği hâlde beni şetmetti. Onun beni yalanlaması, benim kendisini ilk yarattığım gibi (tekrar) onu diriltemeyeceğimi söylemesidir. Onun beni şetmetmesi; “Allah çocuk edindi” demesidir. Hâlbuki ben ehad, var ve bir, eşi, ortağı olmayan ve samedim. Üstünlüğüm nihayet derecesinde, sonsuz olup, mahlûkların hiç birisine muhtaç olmayan ebedî ve ezelî mâlik ve hâkimim. Doğmadım, do ğurulmadım. Bana hiç kimse denk değildir.” Nuh aleyhisselâmın kavminin helâkine sebep olan diğer hâllerden bazı ları da şunlardır: Bu azgın kavim, Nuh aleyhisselâma tâbi olmadıkları gibi, bir de onu yalanladılar. Hazreti Nuh’a âsi oldular, karşı geldiler. Nitekim Nuh suresinin 21. ayeti kerimesinde mealen; (Nuh dedi ki: “Ey Rabbim! Bu kadar uzun davet ve nasihatime rağ men, kendilerine emrettiğim şeylerde, onlar bana âsi oldular…”) buyurulmaktadır. Hazreti Nuh’un kavminden olup, iman etmeyenler, Allahü teâlânın kendilerine ihsan ettiği nimetlere şükretmiyorlar, ondan hayâ etmiyorlar ve azabından korkmuyorlardı. Allahü teâlânın yüceli ğine, rahmetinin genişli ğine, azabının çetinliğine hiç aldırış etmiyorlardı. Onların kadınları da, edep ve hayâsını kaybetmiş, çok ahlâksız bir hâl üzere idiler. Zînetlerini, edep yerlerini yabancı erkeklere gösterirlerdi. Giydikleri elbiseleri, incilerle süsleyip, yol ortasında çalım satarak ve salınarak yürürlerdi. Bu ise haramdır. Nitekim Ahzâb suresinin 33. ayeti kerimesinde mealen buyuruldu ki: (Eski cahiliyye zamanındaki kadınlar gibi; kendinizi süsleyip sokakta salınarak yürümeyin…) Zina, bütün dinlerde haram kılınmış, en çirkin günahlardan olduğu hâlde, onlar, bu fiili işlerlerdi. Hazreti Nuh’un kavmi, zevk ve lezzetlere düşkün olan reislerine uyarlar, onların peşinden giderlerdi. Hatta bunu da kendileri için bir kıymet sayarlar, başkalarının sevgi ve muhabbetlerine, bunları tercih ederlerdi. Mal ve evlat sahibi olup, hâlleriyle övünen, gururlanan reislerine uyarlardı. Nitekim, Nuh suresinin 21. ayeti kerimesinde mealen buyuruldu ki: (Nuh şöyle dedi: Rabbim, onlar kendilerine emrettiğim şeylerde bana isyan ettiler. Kavmimin fakirleri de şu kimselere tâbi oldular ki, onların mal ve evlatları, ancak ahirette hüsranlarını arttırır. Onlar, zenginler ve kavmin reisleridir.) Mekr, hîle yapmak bü yük günahtır. Allahü teâlâ, Nuh aleyhisselâmın kavmi için, Nuh suresinin 22. ayeti kerimesinde mealen; “Ve çok büyük bir mekr, hîle yaptılar” buyurdu.

    insanları aldatıp, doğru yoldan saptırmak, onları, Allahü teâlâya imandan, Ona taatten menetmek, günahlara ve kötülüklere davet etmek, kötü kimselere tâbi olmak, onların pe şinden gitmek, çok yanlış ve çirkin bir iştir. Hazreti Nuh’un kavmi, bu yanlış hâlde bulunuyordu. Hadisi şerifte buyuruldu ki: “Ümmetim hakkında en korktuğum; reis, rehber durumunda olup da, insanları doğru yoldan saptıranlardır.” Nasihat dinlemekten yüz çevirdiler. Nasihat dinlememek, insanı, kibre ve Allahü teâlâdan yüz çevirmeye götürür. Nuh kavmi, yüz çevirdikleri gibi, nasihat edenlere buğ zettiler. Hazreti Nuh, kavmine nasihat ederken, onların, elbiseleriyle yüzlerini kapatmaları; nasihat edenlere kızıp hakaret ettiklerini gösteriyor. Nuh aleyhisselâmın kavminin helâkine sebep olan diğer hâllerden bazı ları şunlardır: Nuh kavmi, günah işlemekte ısrar ettiler. Bu da çok hatalı bir davranıştır. Günah işlemekte ısrar eden kimse, müptelâ olduğu günahı devamlı yapar. Bir defa yapınca, di ğer bir defa daha yapmaya azmeder. Günahı tekrar işlemekte sürat gösterir, yani beklemeden tekrar tekrar yapar. Hâl böyle olunca, iyilik yapamaz olur. Bu sebeple hayırdan uzaklaşır. Böyle bir kimsenin yaptığı günahtan piş man olması, günahtan yüz çevirmesi lazımdır. istigfâr, günahtan ayrılmak, onu terketmektir. Hazreti Nuh da kavmine, iman etmelerini, işledikleri gü nahlarından dolayı istigfâr etmelerini emretmiştir. Nuh kavmi çok kibirli kimselerdi. Kibirlendikleri için, imandan mahrum kaldılar. Kibirlenmeleri, bu büyük nimet ve şerefe kavuşmalarına mâni oldu. fieytanın da ebedî melûn olmasına sebep kibirlenmesidir. Nuh aleyhisselâm, kavmine nasihat eyledi. Kavmini, ibadet edilmeye tek lâyık olan Allahü te âlâya iman etmeye ve yalnız Ona ibadet etmeye davet etti. Onlara karşı pek şefkatli davrandı. Çünkü onlara azap gelmesinden korkuyordu. Buna rağmen, kavmi, iyiliğe kötülükle karşılık verdikleri gibi, ona yalancı ve deli de dediler. Böylece, Hazreti Nuh’un ve ona iman etmiş olanların fazilet ve üstünlüklerini inkâr ettiler. Bununla da kalmayıp, taşkınlıkta bulundular. Hakaret ve alay ederek, aşağıladılar. Hatta olmadık işkenceyi reva gö rüp, acımasızca, bayılıncaya kadar dövdüler. O ise kendine geldiği zaman derdi ki:  Allahım! Kavmimi hidayete erdir! Çünkü onlar bilmiyorlar. Kavmi, Hazreti Nuh’u ve ona iman edenleri, aşağılamaya ve onlara kötülük etmeye devam edince, Allahü teâlâ onları helâk etti. Hatta, Hazreti Nuh’u onlara şefkat etmekten, onlara gelecek azabın olmaması için duâ etmekten bile men etti. Azgınlık ve taşkınlıkta bulundular. Büyüklere kar şı hayasızca davranmak, kötülük yapmaya yeltenmek ve saygısızlık etmek, küçük çocukları onlara kö tülük yapmak için göndermek de, Hazreti Nuh’un kavminin azgın ve taşkın hâllerinden idi. Allahü teâlânın bazı kullarına, ilim, hikmet ve benzerlerini vererek, onları kıymetli kılmasını kabul etmemek de, o kavmin kötü ahlâkından idi. Hazreti Nuh’a iman eden müminler için; “Kavmimizin en aşağı, rezil kimseleri” dediler. insan olmak bakımından eşit bulunmayı, içlerinden bazı kullara ilim, hikmet gibi faziletlerin verilmesine mâni olarak gördüler. Yine onlar, böyle faziletlerin, makam, mevki, zenginlik, soy, akrabaları nın çokluğu gibi sebeplerle, kendilerinde bulunması icabettiğini zannettiler. Hâlbuki, kendilerine peygamber olarak gönderilen zatlar, içlerinden en güzel soydan, en asil aileden gelirdi. Buna rağmen inatla direnirler ve hakikati kabul etmezlerdi. Hazreti Nuh’un kavminden olanlar, Hazreti Nuh’un ve ona iman edenlerin faziletlerini, üstünlüklerini inkâr ettiler. Bu, onların fazilet ehli olmadıklarını göstermektedir. Zira hadisi şerifte buyuruldu ki: (Fazilet ehlinin, faziletini, üstünlüğünü ancak fazilet ehli bilir.) Hazreti Nuh’un mucizeleri Her peygamber gibi Nuh aleyhisselâmın da mucizeleri vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: Hazreti Nuh’a, kavminden bir kısım kimseler gelip, köylerindeki büyük taşların toprak olmasını teklif etmişlerdi. Hazreti Nuh bunun için duâ edince, cenabı Hak, Cebrail aleyhisselâmı gönderip; “Eliyle taşlara işaret etsin” buyurdu. Hazreti Nuh eliyle taşlara işaret edince, bütün taşlar, istisnasız toprak kesildi. Onun bu mucizesi ile oniki kişi imana geldi. Hazreti Nuh, Allahü te âlânın izni ile, çok uzak olan, gözlerin göremeyeceği şeyleri görerek, haber verirdi. Bu mucizesine sebep şu idi: Bir defa, çocuklarını kaybeden iki kimse gelerek dediler ki:  Hak peygamber isen, çocuklarımızın nerede olduklarını haber ver, biz de iman edelim. Cenabı Hak, Cebrail aleyhisselâmı gönderip, ona, uzak yerdeki şeyleri görecek göz verdiğini bildirdi. Hazreti Nuh, doğu istikametine bakıp, pek uzak bir yerde, çocukların koyun gütmekte olduklarını görüp, haber verdi. Hazreti Nuh’un haber verdiği yer çok uzak oldu ğundan, o kimseler, orayı kolay bulabilmeleri için alamet istediler. Hazreti Nuh, filân tepe diye tarif etti. O iki kimse, tarif edilen yere gidip, çocuklarını buldular. Bu mucizeyi görmekle, Hazreti Nuh’un hak peygamber olduğunu anlayan o iki kişi, imanla şereşendiler. Hazreti Nuh, mucize olarak, susuz yerlerden su çıkarırdı. Bir defasında kavminden birtakım kimseler, susuz bir yerde yerleşmiş lerdi. Bunlar, ziraatçi olduklarından, suya ihtiyaçları vardı. Birgün Hazreti Nuh’a gelerek dediler ki:  Bizim yerleştiğimiz yerde su akıtırsan iman ederiz. Hazreti Nuh duâ edince; “Orada bulunan bir da ğa gidip, eliyle işaret edersen, su akacaktır” diye vahiy geldi. Nuh aleyhisselâm, bildirilen dağa eliyle işaret edince, dağın eteklerinden billur gibi berrak sular akmaya başladı. Hazreti Nuh’un emir ve işaretiyle, ağaçlar kökleriyle birlikte yerinden kalkıp, başka bir yerde dururdu. Bir defasında, Hazreti Nuh, kavminden bazı kimselerle sefere çıkmıştı. Bir yerde konakladıklarında, güneşin sıcaklığı kendilerine çok tesir etti. Yanındakiler, Hazreti Nuh’a dediler ki:  Hak peygamber isen, şu karşıda bulunan ağaca emret de, yerinden kalkıp yanımıza gelip, bize gölgelik etsin! Hazreti Nuh buyurdu ki:  Allahü teâlânın izni ile bunu yaparsam, hakikaten iman eder misiniz? Bunun üzerine hepsi de; “Evet, iman ederiz” dediler. Hazreti Nuh, bunun için duâ edince, ağaç yerinden ayrılıp, yanlarına geldi. O toplulukta bulunanların hepsi, bunu gördü ve hayretle seyrettiler. Bu mucize ile, o topluluktan sekiz kişi imanla şereşendi. Diğerleri ise; “Bu sihirdir” diyerek küfür ve dalalette ısrar ettiler. Hazreti Nuh’un diğer mucizeleri de şunlardır: Hazreti Nuh bulutsuz olarak yağmur yağdırdı. Rivayet edildiğine göre, kavminden bazı kimseler, Hazreti Nuh’a gelerek dediler ki:  Bir mucize gösterirsen, iman ederiz. Hazreti Nuh da buyurdu ki:  Nasıl mucize istersiniz?  Bulut olmadığı hâlde yağmur yağdır. Hazreti Nuh, bunun için duâ edince, Allahü te âlâ; “Ellerini semaya kaldır” buyurdu. Hazreti Nuh emir icabı, ellerini semaya kaldırdı. Kaldırmasıyla birlikte yağmur yağmaya başladı. Aslında, onların böyle mucize istemekten maksatları, mucizeyi gö rünce iman etmek değildi. Kendi bozuk düşüncelerine göre, Hazreti Nuh’tan yapamayacağı, gücünün yetmeyeceği bir şey isteyip, yapamayınca da, güya, birbirlerine; “Bakın! Bu peygamber filan değildir. Hakikaten peygamber olsa mucizeler gösterirdi” diyeceklerdi. Fakat, hakikat, onların kısa görüşleriyle zannettikleri gibi olmuyordu. Hazreti Nuh, kuru bir ağacın meyve vermesi için duâ edince, ağaç hemen yeşillenir, meyve verirdi. Bir defasında, kavmini imana davet ederken, onlar, mucize olmak üzere, daha önce kurumuş olan ağaçları göstererek; “Bunlar meyve versin” dediler. Hazreti Nuh, bunun için duâ edince, ne kadar kuru ağaç varsa, hepsi meyve verdi. Hazreti Nuh kum, toprak, kül gibi şeylere duâ edince, Allahü teâlânın izniyle o şeylerin hepsi yiyecek yemek hâline gelirdi. Hazreti Nuh, gemiyi tamamladığında, müşrikler gemiyi yakmak istedikleri hâlde yakamadılar. Cenab ı Hakkın kudretiyle, Hazreti Nuh’un bir mucizesi olarak gemi konuştu. Bu sırada gemiden; “Lâ ilâhe illallah. Ben o gemiyim ki, bana giren kurtulur. Girmeyen helâk olur. Bana ancak ihlas sahibi olanlar biner” diye ses geldi. Bunun üzerine Nuh aleyhisselâm müşriklere buyurdu ki:  Ne dersiniz? fiimdi bana iman eder misiniz? Onlar ise; etrafında çok büyük ateşler yaktıkları hâlde, gemiye bir şey olmamıştı. Bu durum karşı sında, Hazreti Nuh’a iman edecekleri yerde, kızıp hakarete devam ettiler. Hazreti Nuh’un duâsı bereketiyle, gemide bulunan müminler karaya çıktıktan sonra, kısa zamanda çoğaldılar. Hazreti Nuh, selametle gemiden indiğinde, mübarek eliyle bir ağaç fidanı dikmişti. Onun bir mucizesi olarak, o fidan biraz sonra, rengi birkaç nevî olan çeşit çe şit meyveler verdi. Önceden gemiye koymuş oldukları fidanları da dikti. Onlar da kısa zamanda yeşerip meyve verdi. Bunlardan ilkinin zeytin olduğu, “Mektubâtı imamı Rabbanî”de yazılıdır. Hazreti Nuh’un bazı hususiyetleri Hazreti Nuh çok ibadet ederdi. Vakitleri sıkıntılı ve meşakkatli geçerdi. Buna rağmen her gün ve gecede yedi yüz rekât namaz kılardı. Dünya hayatının kısalı ğını ve dolayısıyla ömrü, faydasız, boş şeylere harcetmenin çok yanlış oldu ğunu bildirirdi. Her ânının, Allahü teâlânın emri üzere geçmesine çok dikkat ederdi. Hatta vefatında, Azrail aleyhisselâm ona dedi ki:  Ey Allahü teâlânın peygamberi! Dünyayı nasıl buldun? O da buyurdu ki:  Kendisine bir ev yapı lan ve bir kapısından girip, diğer kapısından çıkan bir kimsenin hâli gibi gördüm. Nuh aleyhisselâm, kamıştan bir ev yapıyordu. Kendisine denildi ki:  Keşke bundan değil de, daha sağlam bir şeyden yapsaydınız. peygamberler tarihi ansiklopedisi 134 NUH ALEYHiSSELÂM Buyurdu ki:  Ölecek olan kimseye, bu kadarı bile çoktur. Nuh aleyhisselâm, peygamberler silsilesinin en üstünlerindendir. Kalbi pâk, hâli dürüst olanların önderi, hidayet ve kurtuluş gemisinin kaptanı, tevhid denizinin yüzücüsü idi. Âlemin düzelmesinin sebebi, Hazreti Âdem’in neslinin devamının vasıtası dır. Peygamberlerin dördüncüsü, peygamberlerden ülül’azm denilen en yüksek altı peygamberin ikincisidir. Cebrail aleyhisselâm, Allahü teâlânın vahyi için, Hazreti Nuh’a elli defa geldi. Nuh aleyhisselâm, kendinden önceki dini neshedip, yeni bir din getiren resullerdendir. Hazreti Âdem de resul idi. Fakat kendinden evvel herhangi bir din, hatta insan olmadığı için, onun dini herhangi bir dini neshetmiş değildir. Ömrü çok uzun idi. O kadar yaşına ve pek çok eziyet ve cefa görmüş olmasına rağmen, kuvvetinden bir şey kaybetmemiş, dişi dökülmemiş ve saçları ağarmamış idi. O zamanda, yeryüzünde bulunan bütün kâfirler, onun duâsı sebebiyle helâk oldu. Kavmini hak dine davet için, 950 sene çok ısrarlı bir şekilde, gizli ve âşikâre olarak, gecegündüz çalıştı, gayret etti. Kavmi ise, ona devamlı eziyet ettiler. Mîsak ve vahiyde, Peygamber efendimizden sonra ikinci derecede kı lındı. Nitekim, Ahzâb suresinin 7. ayeti kerimesinde mealen buyuruldu ki: “… Hususen bu ahd aldıklarımız içinde, meşhur ve ülül’azm olanları sen, Nuh, ibrahim, Musa ve isa bin Meryem. Biz bunlardan sağlam yeminli, te’kidli bir ahd, söz aldık.” peygamberler tarihi ansiklopedisi 135 NUH ALEYHiSSELÂM Allahü teâlâ Nuh aleyhisselâma gemi yapma ilmini ve sanatını verdi. Gemiyi suda yürütme imkânı verdi. Kıyamet gününde Peygamber efendimizden sonra, kabrinden ilk kalkacak olan Nuh aleyhisselâmdır. Devamlı olarak kavmini imana davet ederdi. Bununla beraber ibadetten hiç geri durmaz, her gün yediyüz rekât namaz kılardı. Nuh aleyhisselâm, bir şey yiyip içtiği veya bir elbise giydiğinde, hep Allahü teâlâya hamdederdi. Bunun için; “Çok şükredici bir kul” olarak zikredilmiştir. Ayeti kerimede, Allahü teâlâya şükretmeye teşvik vardır. Yani, siz, Hazreti Nuh’a inanan kimselersiniz. Onun ve gemide onunla beraber taşınanların zürriyetisiniz. O hâlde, siz de onlar gibi olunuz, demektir. Nuh aleyhisselâm, bir elbise giyse “Bismillah”, onu çıkardığında ise “Elhamdülillah” derdi. Hadisi şerifte, Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Nuh (aleyhisselâm), “Bismillah” ve “Elhamdülillah” demeden, bü yük olsun, küçük olsun herhangi bir iş yapmazdı. Bu sebeple Allahü tealâ, onu; “Çok şükredici bir kul” olarak isimlendirdi.) O yemek yiyince; “Beni doyuran Allahü teâlâya hamdolsun. Dileseydi beni aç bırakırdı” derdi. Bir şey içtiğinde; “Bana su veren Allahü teâlâya hamdolsun. Dileseydi beni susuz bırakırdı” derdi. Bir şey giydiğinde; “Beni giydiren Allahü te âlâya hamdolsun. Dileseydi beni çıplak bırakırdı” derdi. Ayakkabısını giydiğinde; “Bana ayakkabıyı giydiren Allahü teâlâya ham dolsun. Dileseydi beni yalın ayak bırakırdı” derdi. Büyük abdest bozdu ğunda; “Bana eziyet veren şeyi benden çıkaran Allahü teâlâya hamdederim. O, çıkmamasını dileseydi, eziyet veren şey benden çıkmazdı” derdi. iftar edeceği zaman, elinde bulunan yiyeceği, müminlerden ihtiyacı olan varsa ona verir, kendisi açlığa sabrederdi. Nuh aleyhisselâm kavmine şu üç şeyi emretti: 1) Allahü teâlâya ibadet etmek. 2) Allahü teâlâdan korkmak. 3) Kendisine itaat. Hazreti Nuh, bu emrettiği hususlarla ilgili olarak, kavmine dedi ki: “ Allahü teâlâ beni size, tebliğ vazifesini yerine getirmem için gönderdi. Size, Onun tarafından bildireceğim hükümler şunlardır: Allahü teâlâya ibadet etmeniz, Onun haram kıldığı şeylerden kaçınmak suretiyle Ondan korkmanız ve emredilen ve nehyedilen hususlarda, benim emirlerim ve yasaklarımda, bana itaat etmenizdir. Eğer bu üç şeye riayet ederseniz; büyük menfaatlere, faydalara kavuşursunuz. Bunlara riayet edin ki, Allahü teâlâ sizi magfiret buyursun.” ibadeti emretmek, kalb ve bedene ait olan işlerden, yapılması istenenleri; Allahü teâlâdan korkmayı emretmek de, haram ve mekruhlardan sakınmayı gerektirir. Hazreti Nuh’a itaati emretmeye, her ne kadar, Allahü teâlâya ibadet ve Ondan korkmak dahil ise de, bunun ayrıca zikredilmesi, teklifte te’kid, yani pekiştirmek içindir. Nuh aleyhisselâmın davetini kabul edenlere şu iki şey vâdedilmişti: 1) Bu emirlere riayet ederlerse, günahlarını magfiret etmekle, ahiret sıkıntılarından ve azaplardan kurtulacaklardır. 2) Dünyada karşılaşacakları zararlar giderilecektir. Hazreti Nuh, magfiret olunmaları için, kavmini, ibadete, takvaya ve taate davet ettikçe, söylediklerine karşı çıktılar. Kabul etmeyip yalanladılar. Hatta onu, yalancı ve deli olmakla itham ettiler. Hazreti Nuh’un sabırlı ve şefkatli muamelesi, davetten vazgeçmemesi, uzun seneler devam etti. Zaman içinde onların kar şı çıkmaları daha da arttı. Baba ve dedelerinden gördükleri kötülüklere o kadar dalmışlar ve bağ lanmışlardı ki, Hazreti Nuh’un hak dine olan davetini kabul etmedikleri gibi, sözlerini dinlemeye bile dayanamıyorlardı. Nuh suresinin 7. ayeti kerimesinde bildirildiğine göre, Hazreti Nuh’un nasihatlerini duymamak için, parmaklarıyla kulaklarını tıkıyorlardı. Tarifi mümkün olmayan bir azgınlıkla, Hazreti Nuh’un sözlerini dinlemiyorlar, yanlarına geldiği zaman yüzünü görmek istemediklerinden, Nuh suresinin 7. ayeti kerimesinde bildirildiği gibi, elbiselerini başlarına çekiyorlardı. Onun, kendilerini cehennem ateşinden korumaya çalışan ve hayırlarını isteyen büyük bir zat olduğunu farkedemiyorlardı. Nuh suresinin 22. ayeti kerimesinde, kavmin ileri gelenlerinin, Hazreti Nuh’a çok büyük bir mekr (hîle) yaptıkları bildirilmektedir. Çünkü onlar, kendilerine tâbi olanlara, vedd, süvâ, yegûs, yeûk ve nesr ismindeki putları terketmemelerini söylediler. Onları tevhid itikadından, Allahü teâlânın birliğine inanmaktan men ettiler. Müş rikliği emrettiler. Tevhidi emretmek, bunu insanlara öğretmek, dinde ne kadar yüksek bir derece ve ne büyük bir hayır ise, buna mâni olmak ve şirki emretmek de, o derece aşağı ve o derece bü yük bir musibettir. Bu sebeple Allahü teâlâ, onların mekrini çok büyük bir hîle olarak bildirmiştir. Onların, insanları, tevhid itikadından men etmelerine, ayeti kerimedeki mekr (hîle) buyurulmasının iki sebebi vardır: 1 Onların, putlara ilâhlık isnad etmeleri ve putlara ibadete devam etmeleridir. Onlar, kendilerine tâ bi olanlara; “Bu putlar sizin ilâhlarınızdır. Baba ve dedelerinizin de ilâhları bunlar idi. Siz Hazreti Nuh’un sözünü, davetini kabul ederseniz, kendi aleyhinizde bulunmuş; kâ fir olduğunuzu, dalalet ve cehalette bulunduğunuzu itiraf etmiş olacaksınız. Hem bu itirafınız, babaları nızın da aleyhinde bulunmanız demektir…” gibi sözler söylediler. insanın, gerek kendisi ve gerekse baba ve dedelerinin kusur, noksanlık ve cehalette bulunduğunu itiraf etmesi çok zor oldu ğundan, onların bu duygularını istismar edip kullanmaları gizli bir hîle idi. Bu sebeple, onların böyle söylemelerine ayeti kerimede mekr (hîle) buyurulmuştur. 2 Ayeti kerimelerde, bu büyük hîleyi yapanların, yani kavmin ileri gelenlerinin, mal ve evlat sahibi oldukları bildirilmektedir. Onlar cahil halka, mal ve çok evlada, putlara ibadet etmeleri sebebiyle kavuştuklarını; Hazreti Nuh’un bildirdiği ilâhın ise, hâşâ, mal ve evlat veremediğini söylediler. Böyle bir hîle ile onları kandırmaya çalıştılar.

Reklam
BU VİDEOYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
Yorum Yap

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Bu konuya henüz bir yorum yapılmadı.