Şekil renkleri

Metin renkleri


Bizi Sosyal Medyada Takip Edin

Ebû Dücâne (r.a)

7 yıl önce
929 izlenme
Favorilerime Ekle
Favorilerimden Çıkar
Lütfen bekleyiniz...
Geniş Ekran Dar Ekran
Reklam 5 saniye sonra kapanacak.
Reklam
Reklamı Geç

EbûDücâne

Resûlullah efendimizin fedâisi.

Uhud harbinde sevgili Peygamberimiz, son emirlerini verdiler. İslâm Ordusunun, nelere dikkat etmesi gerektiğini, açık açık bildirdiler…

Sonra, mübârek ellerinde tuttukları kılıcı göstererek buyurdular ki:

– Bu kılıcın hakkını yerine getirmek şartıyla, kim almak ister?

Mücâhidlerin hepsi istiyordu. Fakat Hazret-i EbûDücâne, yüksek sesle sordu:

– YâResûlallah! Bu kılıcın hakkı nedir?

Kılıcın hakkı

– O’nun hakkı, eğilip bükülünceye kadar; düşmanın yüzüne vurmaktır, vurmaktır. Onun hakkı, Müslüman öldürmemen, onunla kâfirlerin önünden kaçmamandır. Onunla Allahüteâlâ sana zafer yahut şehîdliknasîb edinceye kadar, Allah yolunda çarpışmandır.

Hazret-i EbûDücâne, Medînelimücâhidlerin en bahadırlarından biriydi. Şunları söyledi:

– Kılıcı, o şartla alabilirim yâResûlallah.

Peygamber efendimiz, tebessüm ettiler. Sonra, kılıcı uzattılar. Üzerine, Arapça şu beyt oyulmuştu:

“Korkaklıkta zillet, utanç; ileri atılmakta, izzet, şeref vardır. İnsan, korkaklık etse bile; kaderinden kaçamaz.”

EbûDücâne hazretleri o kadar sevindi ki, keyfinden, pehlivanlar gibi yürümeye başladı. Geniş ve dik adımlar atıyordu. Başına, kırmızı bir tülbent sardı. Sanki fırtına gibi, düşmana esmek için hazırlanıyordu.

Aslında Eshâb-ı kîrâm, ya’nî Peygamber efendimizin sevgili arkadaşları; mütevâzi, alçak gönüllü, kibirsiz insanlardı. Halbuki şimdi EbûDücâne hazretleri biraz gururlu görünüyordu. Kendi aralarında konuşuyorlardı:

– Böyle yürümek, Müslümana yakışır mı?

– Gurur ve kibir, bize göre değil ki.

Fakat Resûl-i Ekrem efendimiz, onları susturdular ve buyurdular:

– Bu bir yürüyüştür ki, harp meydanları dışında Allahüteâlânıngadabına sebeptir…

 

Hazret-i EbûDücâne, şâhin gibi düşman üstüne atılıyordu. Elindeki kılıcın hakkını vermek için, canını vermeye hazırdı. Önüne çıkan dinsizleri, müşrikleri kılıçladı, kılıçladı. Kimini öldürdü, kimini yaraladı. Zâten yürüyüşünden, heybetinden korkan hâinler; çil yavrusu gibi dağılıyorlardı.

O kurtulursa

Uhud Savaşında müşriklerin azılılarından Âsım bin EbîAvf, kudurmuş bir canavar gibi Müslümanlara saldırıyor, bir taraftan da:

– Ey Kureyşcemaatı! Akrabâlık haklarını gözetmeyen, kavminizi bölen kimse ile çarpışmaktan geri durmayınız. Eğer O kurtulursa ben kurtulmayayım, diye bağırarak Kureyş kâfirlerini harbe teşvik ediyordu.

EbûDücâne hazretleri bu azılı kâfirin susturulması îcab ettiğini anlamış ve çarpışa çarpışa ona yaklaşıp, bu İslâm düşmanını öldürerek gerekli cezâsını vermişti.

EbûDücâne hazretleri bununla meşgul iken, müşriklerden Ma’bed bin Vehb, EbûDücâne’ye müthiş bir kılıç darbesi indirmişti. EbûDücâne hazretleri çok seri bir şekilde yere çökerek bu öldürücü darbeden kurtulmuş, hemen sonra acele kalkıp hücum ederek, Ma’bed’i yaralamış, bir çukura düşürmüştü.

Sonra da çukura atlayıp başını kesip kâfirlere doğru fırlattı. Bu hâl, Kureyş kâfirlerinin zaten bozulmuş olan morallerini daha da bozmaya sebep olmuştu.

Uhud savaşının iyice kızıştığı sırada muhâcirindenZübeyr bin Avvâm, kılıcın kendisine verilmemesinden dolayı üzgün idi. Kendi kendine dedi ki:

“- Ben Resûlullahtan kılıcı istedim. Onu bana vermedi, EbûDücâne’ye verdi. Halbuki ben halası Safiyye’nin oğluyum. Üstelik de Kureyşliyim. Halbuki önce ben istemiştim. Gidip bakayım, EbûDücâne benden fazla ne yapacak?”

EbûDücâne’yi takibe başladı. EbûDücâne hazretleri beytler okuyor, müşriklerden kime rastlarsa, onu vurup öldürüyordu. Müşriklerin en azılılarından, iri cüsseli EbûZûl-Kerş her tarafı zırhlarla kaplı, sadece gözleri görünüyordu. EbûDücâne hazretleri ile karşı karşıya geldi. Kâfir bağırıyordu:

– Ben EbûZûl-Kerş’im!

Bu isim kendisine uzun boyuna rağmen büyük göbeğinden dolayı verilmişti.

İkiye biçti

Önce EbûDücâne hazretlerine hücum etti. EbûDücâne, onun darbesinden kalkanıyla korundu. EbûZûl-Kerş’in kılıcı EbûDücâne hazretlerinin kalkanına gömüldü. Kılıcına asıldı fakat çıkaramadı. Sıra EbûDücâne hazretlerine gelmişti. Bir kılınç darbesiyle omuzundan, tâ uyluklarına kadar ikiye biçti. Canını Cehenneme yolladı.

Bundan sonra EbûDücâne, önüne çıkan her kâfiri devirerek dağın eteğinde defleriyle müşrikleri kışkırtan kadınların yanına geldi. EbûDücâne buyuruyor ki:

– Uzaktan bir kadın gördüm ki, müşriklere son derece kızıyor, bağırıyor ve harbe teşvik ediyordu. Üzerine yürüdüm. Etrafından imdat istedi, bağırmaya başladı. Onun bir kadın olduğunu görünce Resûlullahın kılıcının şerefini gözettim ve kılıcı kadına vurmadım.

Tir tir titreyen Kureyşli kadın bile, bu civânmertlik karşısında şaşırıp kaldı!

Bu kadın EbûSüfyân’ın hanımı Hind idi. Daha sonra Mekke’nin fethinde Müslüman oldu.

EbûDücâne’nin her yere yetiştiğini, kılıcını kaldırdığı halde EbûSüfyan’ın karısı Hind’i öldürmekten vazgeçtiğini gören Zübeyr bin Avvâm hazretleri, kendi kendine buyurdu ki:

– Kılıcın kime verileceğini AllahınResûlü benden daha iyi bilir. Vallahi ben onun çarpışmasından daha üstün çarpışan, vuruşan bir kimse görmedim.

Sonra EbûDücâne’nin yanına vararak dedi ki:

– Yaptığın her şeyi gördüm. Kadına kılıcını kaldırıp sonra vurmaktan vazgeçtiğini de gördüm.

EbûDücâne cevap verdi:

– Resûlullahın kılıcına hürmet ettim ve onu kadın kanına bulaştırmadım.

Daha sonra EbûDücâne hazretleri, Hazret-i Hamza ve Hazret-i Ali ve diğer Eshâb-ı kirâm ile beraber yeniden düşman saflarına umumî taarruz için ileri atıldı. Birçok Sahâbîşehid düştü, fakat müşrikler de kaçmaya başlamışlardı.

Peygamberimiz duâ etmiş idi

Uhud savaşında Müslümanlar bir ara dağılınca, Peygamber efendimizin yanında yedisi muhâcirlerden, yedisi de ensârdan olmak üzere ondörtsahâbi kalmıştı. Bu yedi ensârdan biri de EbûDücâne idi.

EbûDücâne, aynı zamanda ölmek ve ayrılmamak üzere üçü muhacirlerden beşi ensârdan olan sekiz sahâbiden biri olarak Resûlullaha biat etmişti. Bu sekiz sahâbiden hiçbiri Uhud’daşehid olmadı, çünkü bunlara Peygamberimiz duâ etmiş idi.

Uhud savaşında, müşriklerin azılılarından Abdullah bin Hüneyd, Peygamberimizi görünce atını mahmuzladı. Kendisi tepeden tırnağa silahlı ve zırhlar içerisinde olup, başında da miğfer vardı.

– Ben Züheyr’in oğluyum. Bana Muhammed’i gösteriniz. Ya ben O’nu öldürürüm yâhut onun yanında ölürüm, diye haykırıyordu.

EbûDücâne hazretleri hemen onun karşısına çıkarak dedi ki:

– Gel yanıma! Ben vücudumla Resûlullahın vücudunu koruyan bir kişiyim.

Abdullah bin Hüneyd’in atının bacaklarına bir kılıç çaldı. Atın ayakları çökünce kılıcını kaldırıp:

– Al bunu da Hareşe’nin oğlundan, deyip bir vuruşta onu Cehenneme gönderdi.

 

Sen de râzı ol

Peygamber efendimiz bu olanları görüyordu ve buyurdu ki:

– Allahım, EbûDücâne’den ben nasıl râzı isem, Sen de râzı ol.

EbûDücâne hazretleri Uhud’da çok kahramanlık gösterdi. Resûlullah efendimiz Uhud gazâsından dönünce, EbûDücâne hazretlerine vermiş olduğu kılıçlarını almıştı. Kılıcın üzerindeki müşrik kanlarını silmek üzere mübârekkerîmeleri Hazret-i Fâtıma’ya uzattı. Bu esnâda, Hazret-i Ali de kendi kılıcını uzatarak dedi ki:

– Şunu da al, bu gazâda çok iyi işime yaradı.

Bunun üzerine Peygamberimiz buyurdu ki:

– Sen muharebede sadâkat gösterdin, başarılı oldun; Sehl bin Hâris ve EbûDücâne de başarılı olmuşlardır.

Böylece EbûDücâne ve Sehl hazretlerinin yapmış olduğu üstün hizmeti beyân buyurmuşlardır.

Cin mektubu

EbûDücâne hazretleri anlatır:

Bir gece yatıyordum. Değirmen sesi gibi ve ağaç yapraklarının sesi gibi ses duydum ve şimşek gibi parıltı gördüm. Başımı kaldırdım. Odanın ortasında, siyah bir şey yükseldiğini farkettim. Elimle yokladım. Kirpi derisi gibi idi. Yüzüme, kıvılcım gibi şeyler atmaya başladı. Hemen Resûlullaha gidip, anlattım. Buyurdu ki:

– YâEbâDücâne! Allahüteâlâ, evine hayır ve bereket versin!.

Kalem ve kâğıt istedi. Hazret-i Ali’ye bir mektup yazdırdı. Mektubu alıp eve götürdüm. Başımın altına koyup, uyudum. Feryâd eden bir ses, beni uyandırdı. Diyordu ki:

– YâEbâDücâne! Bu mektupla, beni yaktın. Senin sâhibin, bizden elbette çok yüksektir. Bu mektubu, bizim karşımızdan kaldırmaktan başka, bizim için kurtuluş yoktur. Artık senin ve komşularının evine gelemiyeceğiz. Bu mektubun bulunduğu yerlere gelemeyiz.

Sâhibimin izni olmadıkça

Ona dedim ki:

– Sâhibimden izin almadıkça bu mektubu kaldırmam.

Cin ağlamasından, feryâdından dolayı, o gece, bana çok uzun geldi.

Sabah namazını, mescidde kıldıktan sonra, cinnin sözlerini anlattım. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki:

– O mektubu kaldır. Yoksa, mektubun acısını, kıyâmete kadar çekerler!

 

Bir kimse, bu mektubu, yanında taşısa veya evinde bulundursa, bu kimseye, eve ve etrafına cin gelmez ve dadanmış olup zarar veren cin de gider.

EbûDücâne hazretleri hicretin 13. yılında yalancı peygamber Müseylemet-ülKezzâb ile yapılan Yemâme savaşında şehîd olmuştur.

Reklam
BU VİDEOYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
Yorum Yap

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Bu konuya henüz bir yorum yapılmadı.