Şekil renkleri

Metin renkleri


Bizi Sosyal Medyada Takip Edin

Hicretin 2. Yılı Buvat, Safevan ve Useyre Gazası

7 yıl önce
1.223 izlenme
Favorilerime Ekle
Favorilerimden Çıkar
Lütfen bekleyiniz...
Geniş Ekran Dar Ekran
Reklam 5 saniye sonra kapanacak.
Reklam
Reklamı Geç

Hicretin 2. Yılı
Buvat, Safevan ve Useyre Gazası
BUVAT GAZASI
(Hicret ‘in 2. senesi Rebiülevvel ayı)
Bu tarihte Peygamber Efendimiz, beraberinde 200 Muhacirle
Medine’den yola çıktı. Maksadı, içlerinde azılı müşrik Ümeyye b. Halefin
de bulunduğu 100 kişilik bir muhafız grubun kontrolü altında hareket eden 2 bin 500 develik büyük Kureyş kervanının üzerine yürüyerek onlara gözdağı vermekti. Buvat Dağına kadar giden Resûli Ekrem, kimseyle karşılaşmadı ve Medine’ye geri döndü.

SAFEVAN GAZASI
(Hicret ‘in 2. senesi Rebiülevvel ayı)
Mekkeli müşriklerin adamlarından Kürz b. Cabir elFihrî,
arkadaşlarıyla Medine otlaklarına kadar sokularak akın etmiş ve Medinelilere,
Müslümanlara âit birçok hayvanı alıp götürmüştü.
Bu baskın üzerine Peygamber Efendimiz, Medine’de yerine Zeyd b.
Harise’yi vekil tâyin ederek, mezkûr yağmacıyı takibe çıktı. Bedir nahiyesinin
Safevan Vadisine kadar ilerledi. Ancak, Kürz, takib edildiğini
haber almış olduğundan daha önce sapa bir yoldan kaçmıştı.
Bunun üzerine, Peygamberimiz, Medine’ye geri döndü.
Bu gazaya “Bedri Ulâ,” yâni “İlk Bedir Gazası” da denilir.516

UŞEYRE GAZASI
(Hicret ‘in 2. senesi Cemaziyelâhir ayı)
Resûli Ekrem Efendimiz, Safevan Gazasından üç ay sonra, Muhacir
Müslümanlardan, 150200 kişiden müteşekkil bir askerî birlikle
Medine’den yola çıktı. Beraberlerinde 30 deve bulunuyordu ve
mücâhidler bu develere nöbetleşe biniyorlardı.
Maksat, yine Kureyş’in Şam’a göndermiş olduğu ticaret kervanını takib etmekti.
Ancak, Medine’den dokuz konak mesafede bulunan Müdlic Oğullarına
âit Uşeyre Ovasına gelindiğinde, Kureyş kervanının buradan iki üç gün önce geçtiği öğrenildi. Medine etrafını her bakımdan emniyet altına almak hususu üzerinde
dikkatle duran Peygamberimiz, burada daha önce anlaşma yaptığı
Damre Oğullarının müttefiki olan Benî Müdlic’le aynı mahiyette bir
dostluk ve ittifak anlaşması imzaladı. Sonra da Medine’ye geri döndü.

Abdullah B.Cahş Seriyyesi
(Hicret ‘in 2. senesi Receb ayı)
Peygamber Efendimiz, bu tarihte Abdullah b. Cahş’ı huzuruna çağırdı
ve Muhacir Müslümanlardan sekiz kişilik bir birlik kumandasında
Nahle Vadisine gideceğini emir buyurdu. Birliğe katılanlara hitaben de,
“Sizin üzerinize birini tâyin edeceğim ki, o, en hayırlınız değildir; fakat,
açlığa, susuzluğa en çok dayanan, katlananınızdır.” dedi.
Resûl-i Ekrem, kumandan tâyin ettiği Abdullah b. Cahş’a bir de mektup
verdi. Bu mektubu iki gün yol aldıktan sonra açıp okumasını ve ona
göre hareket etmesini emir buyurdu.
İki günlük yolculuktan sonra Abdullah b. Cahş, emir gereğince mektubu
açıp okudu. Mektupta şunların yazılı olduğunu gördü:
“Bu mektubumu gözden geçirdiğin zaman Mekke ile Taif arasındaki
Nahle Vadisine kadar yürüyüp, oraya inersin. Oradaki Kureyş’i gözetler,
alabildiğin haberleri, gelip, bize bildirirsin.”
Şu hâlde, bu seriyyeden maksat, Kureyş’in hareketini gözetlemek, ne
gibi hazırlıklar içinde bulunduklarını tesbit etmekti.
Kahraman sahabî Abdullah b. Cahş, Hz. Resûlullah’ın mektubuna,
“Semi’nâ ve ata’nâ [Dinledik ve itaat ettik].” dedikten sonra, mücâhidlere
de, “Hanginiz şehid olmayı ister ve o makamı özlerse benimle gelsin;
kim de ondan hoşlanmazsa geri dönsün! Ben ise, Resûlullah’m emrini
yerine getireceğim.” diye hitab etti. Fedakâr mücâhidler, tereddütsüz, kumandanlarının emrine amade olduklarını bildirdiler.
Mücâhidler, nöbetleşe bindikleri develerle Nahle Vadisine vardılar. Orada konakladılar.
Bu arada, yükleri kuru üzüm ve bazı yiyecek maddeleri olan Kureyş’in
bir kervanı göründü. Gelip, onlara yakın bir yerde konakladı.
Mücâhidler, bunlara karşı nasıl davranmaları gerektiği hususunda
konuştular. Hücum etmeyeceklerine dair önce bir karara varamadılar.
Çünkü, içinde kan dökmek haram olan Receb ayinin girip girmediğinde
tereddüt ediyorlardı. Sonunda, henüz Receb ayının girmesine bir gün
var olduğu kanaatine varınca, ittifakla kervanı ele geçireceklerine dair
karar aldılar. Tam o esnada Vâkıd b. Abdullah’ın attığı bir okla, kervanın
reisi Amr b. Hadremî öldü. Mücâhidler, diğerlerinin üzerine yürüdüler.
İki kişiyi esir alıp kervanı da ele geçirdiler.
Kurtulanlar, Kureyşlileri hâdiseden haberdar etmek için Mekke’ye
doğru kaçmaya başladılar. Mücâhidler ise, iki esir ve kervanla birlikte
Medine’ye döndüler. Seriyyenin başkanı Abdullah b. Cahş Hazretleri durumu anlatınca,
Fahr-i Kâinat Efendimiz hiddetle, “Ben, size haram olan ayda çarpışmayı
emretmemiştim!” dedi ve ganimetten herhangi bir şey almaktan kaçındı.
Seriyyeye iştirak etmiş bulunan mücâhidler, Resûl-i Ekrem’in bu
hareketi karşısında neye uğradıklarını şaşırdılar. Diğer sahabîler de onların
bu hareketlerini tasvip etmeyince, bütün bütün ruhlarını büyük bir sıkıntı sardı.
Resûl-i Kibriya’ya durumu izah ettiler. “Yâ ResûlallahL” dediler, “Biz,
onu Receb’in ilk gecesinde ve Cemaziyelâhir ayının son gecesinde
öldürdük! Receb ayı girince kılıçlarımızı kınına soktuk!”
Buna rağmen Resûlullah, kendisi için ayrılan ganimeti almadı. Çünkü,
ortada bir şüphe söz konusuydu. Nitekim, Mekkeli müşrikler de bu hareketi dillerine doladılar ve dedikodu yapmaya başladılar: “Muhammed ve ashabı, haram ayı helâl saydı;
onda kan döktüler, mal aldılar, adam esir ettiler.” Bu dedikodular Medine’den de duyuldu. Diğer taraftan, Medine’de bulunan Yahudiler de ileri geri konuştular.
Bir taraftan, seriyyeye iştirak etmiş bulunan mücâhidler, bu
hareketlerinden dolayı üzüntü duyuyorlardı; diğer taraftan, Mekkeli
müşrikler ve Medineli Yahudiler, ileri geri konuşuyorlardı. Peygamber
Efendimiz ise, kendisine ayrılan ganimeti kabul etmiyordu.
Bir müddet sonra Efendimize vahiy geldi ve meseleyi halletti. İlgili âyette şöyle buyuruldu: “Sana haram olan çarpışmanın hükmünden soruyorlar. De ki: ‘O ayda
savaş yapmak büyük günahtır. Fakat, küfür ve inkârla insanları Allah
yolundan çevirmek, Mescid-i Haram’da tavaf ve namazdan alıkoymak,
Peygamber ve ashabını Mekke’den çıkarmak, Allah katında daha büyük
bir günahtır. ‘Allah’a ortak koşmak’ fitnesi, Müslümanların haram ayda
yaptıkları savaştan da beterdir. Ey mü’minler!.. Kâfirlerin gücü yetse, sizi
dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan bir an bile geri durmazlar.”
521Seriyyeye iştirak etmiş olan mücâhidler, bu âyet üzerine
sıkıntı ve manevî ızdıraptan kurtuldular. Peygamber Efendimiz de,
kendisi için ayrılmış bulunan ganîmet hissesini kabul etti. Müşrikler ise,
esirleri için kurtuluş bedeli gönderdiler. Esirlerden sâdece Osman b. Abdullah,
Mekke’ye gitti; diğer esir Hakem b. Keysan ise, Müslüman olup
Medine’de kaldı.
Hakem b. Keysan Nasıl Müslüman Oldu?
Burada, esirlerden Hakem b. Keysan’ın nasıl Müslüman olduğunu
ibret nazarlarına sunmakta fayda görüyoruz.
Mücâhidler tarafından esir alınınca, Kumandan Abdullah b. Cahş,
onun boynuna vurmak istemişti; fakat, diğer sahabîler, “Hayır,
Resûlullah’a götürelim.” diyerek, buna mâni olmuşlardı. Böylece,
Hakem, boynunun vurulmasından kurtulmuştu.
Medine’ye döndüklerinde onu Peygamber Efendimize götürdüler.
Resûl-i Ekrem, Hakem’i Müslüman olmaya davet etti. Ancak o, menfî
tavır takındı; hattâ, ileri geri konuşmaya başladı.
Bu konuşmalarından hiddete gelen Hz. Ömer, “Bunun Müslüman
olacağı yok Yâ Resûlallah!.. Müsaade et, boynunu vuralım!” diye konuştu.
Resûl-i Ekrem, bu teklifi kabul etmedi ve Hakem’i tekrar tekrar İslâm’a
davet etti. Sonunda Hakem, “İslâm nedir?” diye sordu.
Resûl-i Ekrem, “İslâm, şeriki olmayan bir Allah’a îman ve ibâdet,
Muhammed’in de O’nun kulu ve resulü olduğuna şehâdet etmendir.”
buyurunca, Hakem, “Müslüman oldum!” diyerek kelime-i şehâdet getirdi.
Resûl-i Ekrem de, sahabîlere dönerek, “Eğer sizin, onun hakkındaki
görüşünüze uyup onu öldürseydim, Cehennem’e girmiş, gitmişti!”
diyerek hepimize ölçü olacak dersini verdi.
Hz. Resûlullah’ın İslâm’a davetteki temennisi, sabrı ve sebatı, işte bir
insanı böylesine Cehennem’den kurtarıp, sahabî gibi şerefli bir makama yükseltiyordu.

Kıblenin Mescid-i Haram’a Cevrilmesi
(Hicret ‘in 2. senesi / Milâdî 623)
Resûl-i Kibriya Efendimiz ile Müslümanlar, Medine’de namazlarını,
Allah’ın emriyle, “peygamberler makamı” olan Kudüs’e, yâni Beytû’l-
Makdis’e doğru kılarlardı. Fakat, Peygamber Efendimiz, öteden beri
tevhid akidesinin müstesna bir âbidesi olan yeryüzünün ilk mabedi ve
ceddi Hz. İbrahim’in kıblesi olan Kabe’ye doğru yönelerek namaz kılmayı
kalben arzu ve temenni ediyordu. Müslümanlar da, hassaten
Muhacirler, kalblerinde aynı arzuyu taşıyorlardı. Çünkü, beş vakit
namazlarında Kabe’ye yönelmek, vatanları Mekke’yi de yâdetmeye bir vesile olacaktı.
Yahudîlerin de, “Muhammed ve ashabı, biz gösterinceye kadar kıblelerinin
neresi olduğunu bile bilmiyorlardı!” diyerek sinsice dedikoduda
bulunmaları onları rahatsız ettiğinden bu arzuları daha da kuvvetleniyordu.
Bu sebeple, Resûl-i Ekrem Efendimiz, tahvil-i kıble için vahyin
gelmesini bekliyor, Cebrail’i (a.s.) gözetliyor ve Kabe’yi temenni ederek dua ediyordu.
Nitekim, bir gün, gelen Cebrail’e (a.s.) bu arzusunu izhar etti:
“Rabbimin, yüzümü Yahudîlerin kıblesinden Kabe’ye çevirmesini arzu ediyorum!”
Cebrail (a.s.), “Ben bir kulum! Sen, Rabbine niyazda bulun. Bunu
O’ndan iste!” dedi. Bunun üzerine, Resûl-i Ekrem Efendimiz de, Beytû’1-Mak-dis’e
müteveccihen namaza duracakları zaman başını semâya doğru kaldırmaya başladı.
Nihayet, Medine’ye hicretin 17. ayında, kıblenin Mescid-i Haram’a
doğru çevrildiğini bildiren şu âyet-i kerîme nazil oldu:
“(Ey Resulüm!.. Vahyin gelmesi için) yüzünü göğe doğru çevirip
durduğunu görüyoruz. Bunun için, seni, razı olacağın bir kıbleye çevireceğiz,
Şimdi, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ey mü’minler!.. Siz
de her nerede olursanız, yüzünüzü namazlarda o mescid tarafına çevirin!”
Bu vahiy geldiği sırada Resûlullah Efendimiz, Müslümanlara mescidinde
öğle namazını kıldırıyordu. Namazın ilk iki rekâtı kılınmış, sıra son
iki rekâta gelmişti. Peygamber Efendimiz, ağır ağır yönünü değiştirdi ve
mübarek yüzünü Kabe’ye doğru çevirdi. Müslümanlar da Efendimizle
birlikte o tarafa döndüler.

İki Kıbleli Mescid
Diğer bir rivayete göre, Resûl-i Kibriya Efendimiz, Receb ayının bir
Pazartesi günü Benî Seleme semtinde oturan Bişr b. Bera’nın annesi Ümmü
Bişr’i ziyarete gitmişlerdi. Kendisine yemek yapıldı. Yediler. Bu
sırada öğle namazı vakti girdi. Peygamberimiz, oradaki mescidde
Müslümanlarla birlikte iki rekât kıldıktan sonra namaz içinde Kabe
tarafına dönmesi emrolun-du. Derhâl cemaatle birlikte yüzlerini Mescidi
Haram tarafına çevirdiler. Bu sebeple, Benî Seleme Mescidine “Mescid-i Kıbleteyn [İki Kıbleli Mescid]” adı verildi.
Peygamberimizin emri üzerine, bütün Müslümanlara, kıblenin
Mescid-i Aksa’dan Mescid-i Haram tarafına çevrildiği duyuruldu.
Mescid-i Kıbleteyn
Kıblenin Kabe olarak tesbit edilmesi, bir kısım Müslümanların telâşına
sebep oldu; çünkü, kıble değiştirilmeden önce Bey-tû’l Makdis’e doğru
namaz kılarak vefat etmiş veya şehid e-dilmiş Müslümanlar vardı.
Bunun için Huzur-u Risâlet’e gelerek, “Yâ Resûlallah!.. Daha önce ölen
Müslüman kardeşlerimizin durumu ne olacak? Onlar Beytû’l-Makdis’e
doğru namazlarını eda etmişlerdi.” diyerek endişelerini izhar ettiler.
Cenâb- Hakk, Müslümanların bu endişelerini de, inzal buyurduğu
âyet-i kerîmeyle giderdi: “Ey Resulüm!.. Hâlen yönelmekte olduğun
Kabe’yi, ancak resule uyanlarla geri dönenler arasını ayırdetmek için
kıble kıldık. Gerçi, bu kıbleyi çeviriş büyük ve ağır ise de, yalnız o,
Allah’ın hidâyet ettiği kimselere ağır gelmez ve Allah îmanınızı zâyî etmez.
Muhakkak, Allah Teâlâ, insanlara çok merhametlidir, günahlarını
bağışlayıcıdır.” Resûl-i Ekrem Efendimiz, Medine’ye teşrif edip Beytû’l-Makdis’e
doğru namaz kılmaya başlayınca, Arap müşriklerinin gücüne gitmişti.
Bilâhare kıble Kabe’ye tahvil buyurulunca, bu sefer Yahudilerin gücüne
gitti ve tekrar dedikodu yapmaya, fitne fesad çıkarmaya koyuldular!
Hattâ, âlimlerinden birkaçı Resûlullah’a gelerek, “Yâ Muhammedi..
Üzerinde bulunduğun kıblenden seni döndüren nedir? İbrahim’in milleti
ve dininde bulunduğunu söyleyen, sen değil misin?” dediler. Sonra da
şu sinsî teklifte bulundular: “Eğer şimdiye kadar üzerinde bulunduğun kıblene tekrar dönersen sana tâbi olur, seni tasdik ederiz!”
Şu âyetler (meâlen), bu hâdiseyi anlatmaktadır:
“(Medîne’deki Yahudî ve münafık) insanlardan birtakım beyinsizler,
akılsızlar da, ‘Müslümanları bulundukları kıbleden çeviren ne?’
diyecekler. Onlara de ki: “Doğu da, batı da Allah’ındır. O, kimi dilerse
doğu yola çıkarır. “Ey Müslümanlar!.. Böylece sizi seçkin ve şerefli bir ümmet kıldık ki,
bütün insanlar üzerine adalet numunesi, hak şâhidleri olasınız. Peygamber
de sizin üzerinize şâhid olsun. “… Andolsun ki, sen, o kitap verilmiş olanlara her âyeti, her burhanı da getirmiş olsan, onlar yine senin kıblene tâbi olmazlar. Sen de onların
kıblesine tâbi olmazsın. Hattâ, onların bir kısmı, bir kısmının kıblesine
uyacak da değildir. “Celâlim hakkı için, sana gelen bunca ilim arkasından bilfarz onların
arzularına uyarsan, bu takdirde sen de kendine yazık etmişlerden sayılırsın.”

Küba Mescidi Kıblesi
Kıble Mescid-i Haram tarafına çevrildikten sonra, Resûl-i Ekrem
Efendimiz, Küba’ya gitti ve İslâm tarihinde inşa edilen ilk mescid olan
Küba Mescidinin Beytû’l-Makdis tarafına olan kıblesini de Kabe’ye doğru çevirtti.

Reklam
BU VİDEOYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
Yorum Yap

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Bu konuya henüz bir yorum yapılmadı.